Temel bir gün, üstü başı perişan, kahveye girmiş. “Ne oldu diye?” sormuşlar merakla.

“Kaynanami cömdük” diye cevap vermiş. Kahvedekiler, “İyi de bu halin ne?” demişler. Temel sakince karşılık vermiş: “Biraz direndi de…”

Mizah, mutluluk, acı, heyecan ya da başka bir duygu… İnsan davranışlarının yüzde 85’ini duyguların oluşturduğunu biliyor muydunuz? Bir anekdot ile açalım:

II. Dünya Savaşı’nın en kanlı günlerinden biri yaşanmaktadır. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü görür. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındadırlar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çeker:

“Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.”

Fakat asker onu dinlemez ve kendisini siperden dışarıya atar. İnanılması güç bir mucize gerçekleşir; asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaşır. Onu sırtına alır ve koşa koşa geri döner. Birlikte siperin içine yuvarlanırlar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştır. Siperdeki diğer arkadaşı, “Sana değmez demiştim” der. “Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.”

“Değdi…” der, gözleri dolarak. “Değdi.”

“Nasıl değdi? Bu adam ölmüş, görmüyor musun?”

“Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için.”

Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarlar: “Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…”

Duygular, ruhun gözüdür, aynı bu hikâyedeki gibi…

Duygular karmaşıktır. En çok da şaşırtıcıdır. Nelere kadir olduğuna çoğu zaman kişinin kendisi bile inanamaz. Hem sonsuzluk olur hem gözünü kırpmadan ölüme giderler…

Savaşın tam ortasında “Geleceğini biliyordum” nahifliği, duygusal merkezi çok güçlü bir kişilik tavrını örnekler. Burada bedenin zihne verdiği aşırı tepki durumu söz konusudur. Duygu da bu demektir zaten. Bu ikinci asker aynı zamanda, hipotalamusu aşırı duyarlı bir birey tipini anlatmaktadır.

İnsan beyninin merkezinde yer alan hipotalamus, duygunun merkezidir. Karşılaşılan olaylar karşısında hipotalamus uyarılır. Devamında duygular harekete geçer. Herhangi biri bizi hoş bulduğunu söylerse, içimizde ona karşı bir sempati uyanır. Her duygu gibi sempati duygusu da, hipotalamusta meydana gelir.

Daniel Goleman’ın tanımına göre duygu “bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik, biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi”dir. Gayet derinde gerçekleşir. İnsan için içtenlik ve güdünün en güçlü kaynağı olarak çalışır. Güçlü bir enerjidir. Saf, tek bir duygudan da bahsedemeyiz.

İnsanlar her daim temel ve yan duyguların karışımından hareket ederler. Temel duygular, zaman ve mekân unsurlarıyla, pek çok yan duyguya dönüşür. Duyguları, doğaları gereği olumlu ya da olumsuz olarak değerlendiremeyiz. Tümünün varlığı gereklidir. En olumsuzları bile insanlar için ciddi savunma mekanizmaları olabilmektedir. Duyguları anlamaya çalışmak, onları mümkün olduğunca ayrıştırmak, insanların duygularla ilişkisini çalışmak, insanı ve insanın kendisini anlamada çok önemli kıstaslardır.

Kâh renklidirler, kâh renklendirirler. Bazen çığlıktırlar, bazen sessizlik. En çok içeridedirler. Tezahürünü belki anlarsınız, belki sadece düşünürsünüz. Ama her yerde görürsünüz. Duygular, derindir. Derinliktir. Karmaşıktır. Kendisi de bir duygu olan hassaslık gibi hassastır. Kontrolü zordur, kontrolsüzlüğü zorluktur.

İnsanların gündelik yaşamlarına mutlaka duygular eşlik eder. Duygular, eğitilebilir. Yaratıcı düşünceyi ateşler. Kalpten gelir. İçsel bir rehber olabilir. Sezgisel bilgeliğin kaynağıdır. Güvenilir ilişkilerin oluşturucusu olurlar. Bu duyguların yaşanmasında insanların kişilik özellikleri en önemli ölçüttür.

Duygular, kendine özgü bir kişilik oluşumunda da belirleyicidir. Duygular, tüm insanlar için değişebilir olandır. İnsanların onları yorumlama biçimi de değişebilir. Bu da vakadır. Şunu da söylemek gerekir ki insanların duygulara yaklaşma biçimi ya da onları yaşama yoğunluğu, genelde değişime çok açık değildir.

Kişinin mizacına göre şekillenen duygular  (heyecan, öfke, kıskançlık, mutluluk, neşe, agresiflik, üzüntü) duygulanımı ifade etmektedir. Kişileri betimleme biçimimiz de, söz konusu bu duygulanıma bağlıdır.

Kişi, bu duygulardan bir veya birkaçını fazlaca karşısındakine gösteriyorsa, diğerlerini bu duygular üzerinden okuma eğiliminde olur. Kişiyi agresif, yardımsever, sempatik, heyecanlı vb. duygu özellikleriyle tarif etmemiz de bu nedenledir.

İnsan bedeninin yönetimi, zekânın kontrolü altındadır.

Zekâ, herhangi bir olay, durum ya da tehdit karşısında güdüsel olarak bir tepkiye neden olur. Bu olay ya da durum, gerçek bile olmayabilir. Bunların zihinsel tezahürüne verilen bir tepki de, duygulanıma nedendir çoğu zaman. Duygu aynı zamanda engellenemez olandır. Örnek verelim. Bir olay karşısında fazlaca heyecanlandınız. Hadi söyleyelim, piyangoda büyük ikramiye size çıktı. Bu olay sonucunda bedeninizde aşırı istek ihtiyacı gelişir, çığlıklar atmak istersiniz.

Duygu merkezi, siz heyecanınızı ifade edene ya da onu kontrol edene kadar rahat durmaz ve o duyguyu üretmeye devam eder. Düşüncenin ve aklın merkezi olan insan beyninin ön kısmı, ön lob (frontal lob) devreye girer ve duygularınızı kontrol altına almaya çalışır. İşte siz tam olarak sevinçten dolayı ortamda bulunan ikincil derece birine sarılmak istersiniz; ön lobunuz sizi durdurur. Duygu merkezli insanlarda bu kontrol, çok daha zor gerçekleşir. O nedenle, duygu merkezli insanlarda tutumların ana yönlendiricisi, duygular olur. Böylece, yaşama tarzlarında, kararlarında, davranış kalıplarında, duyguların aşırı etkisinden bahsedebiliriz.

Doğru karar vermenin yarattığı hormonal etki, kusursuz bir mutluluğu karşılıyor. Her markanın yaşatmak isteyeceği bu duygu, sürekli satışın da anahtarlarından.

Sonuçta mutlu bir beynin, bedende güçlü olumlu etkiler yarattığını biliyoruz. Mutlu bir beyin, vücudun grip aşısına tepki olarak ürettiği ortalama antikor miktarından %50 daha fazlasını üretiyor.

Bilimadamları, doğru karar vermekle övünen, “huzur dolu” bir keşişin beynini incelediğinde; Budist keşişin kafasına iliştirilmiş elektrotlardan bilgisayara akan veriler yıkıcıydı: Beynin sol prefrontal lobundaki elektriksel etkinlik korkunç bir hızla tırmanmaktaydı.

Böylesine çarpıcı bir gözlem, Wisconsin Üniversitesi’nde psikoloji ve psikiyatri profesörü Richard Davidson’ın araştırmalarını akla getirdi. Davidson, beynin ön lobdaki etkinlikleriyle, derin düşüncelere dalmanın verdiği bir tür neşelenme arasındaki bağlantıyı ele alıyordu. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan bulgulara göre her nevi tatmin, beyinde bile bile yaratılan fiziksel bir durumdu ve mutlu bir beynin taşıdığı fiziksel özellikleri anladıkça, bu özelliklerin bedenin geri kalan bölümleri üzerinde de güçlü bir etki yarattıkları ortaya çıkıyordu.

İnsanlar ördekler gibi olsaydı, markalar için hayat çok daha kolay olurdu. Ama değiller!

Ördeklerin de doğaları gereği, akılcı bazı tavırlar sergilediklerini biliyoruz. İki ördek kavga ettiğinde ne yaparlar biliyor musunuz? İlk olarak şunu söyleyelim, ördekler oldukça rasyonel hayvanlardır. Bu nedenle de, nadiren kavga ederler. Kavga etseler de duygusal olmaktan çok uzak olurlar. Kavga bittikten hemen sonra hiçbir şey olmamış gibi farklı yöne doğru uçarlar. Bir yerde dururlar ve kanatlarını çok güçlü bir şekilde çırparlar. Böylece kötü enerjilerini atmış olurlar. Bu işlem bittikten sonra büyük bir huzur duygusuyla hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ederler.

Buradan hareketle bir analoji yapalım: Biz insanlar bir ördeğin zihinselliğine sahip olsaydık, yaşadığımız olumsuzlukların üzerinde fazlaca durmazdık ve her şey bizim için çok daha kolay olurdu. Ama değiliz.

Duygu merkezde olduğu zaman insanlar, aynı zamanda unutmama eğiliminde olur.

Çünkü duygular da unutmaz.

Bu nedenle olumsuz bir marka izleniminin silinmesi de kolay değildir. “İnsan duyduğunu unutur, gördüğünü kaydeder, kokladığını anımsar, dokunduğunu duyumsar ama hissettiğini kavrar ve içselleştirir.”

Deneyim o nedenle unutulmazdır. Unutulmaz olan olumlu bir deneyim de bu nedenle kusursuzdur. Bireyin duygusallaştırdığı, kaydettiği, anımsadığı, duyumsadığı ve hissettiği bir deneyim, kusursuzluk sınırındadır. Olumsuz deneyimler de en az olumlular kadar güçlüdür.

Duygular, deneyimi yaratır.

Duygusal kod, kararları yaratır.

Duygular deneyimler yaratılır. Deneyimler, bilişsel, davranışsal ve ilişkisel değerler odağında çalışır. Deneyimlerde daha önceden karşılaşılan şeylerin tekrarı vardır. Algılanabilen ve hissedilendir. Geçmişi içine alır, anlamlı bir hale gelir. Bireysel olarak ve grupta paylaşılır. Tekrarlanır. Sürekliliği vardır. Bireyin öznel ve içsel tepkisidir. Bu tepkide harekete geçen beyin merkezi, orta beyindeki limbik sistemdir.

Bu sistem bedende beş duyuya bağlı romantik arzuları tetikleyen sistemdir. Yine bilgi işleme mekanizmaları sezgiseldir. Bilgiye dağınık ve ilişkisel bağla yaklaşırlar. Bu nedenledir ki çoğu zaman tüketicinin önsezileri, akıl ve mantıklarından daha önemlidir. Hissetmeden başlayarak, ilişki kurma, açık ve şeffaf bir iletişim, empati, uyum, tasarım, ilham, pozitif ilişkilendirme, duygusal merkezden hareketle karar vermenin esas nedenidir.

Aynen böyledir. Bir hikâye ile başladık öyle bitirelim istedik.

Kudüs’e atanan bir ABD’li gazeteci, ağlama duvarının önünden gelip geçerken, bir Musevi’nin her gün duvarın önünde diz çöküp dua ettiğini fark etmiş. Haftalarca aynı manzarayı görünce dayanamamış, bu adamla konuşmayı denemiş:

“Sizi her gün dua ederken görüyorum…”

Adam cevaplamış:

“Evet, sabahları gelir, dünya barışı ve kardeşlik için dua ederim… Öğleden sonraları gelir, yeryüzündeki acıların ortadan kalkması ve bütün insanların refaha kavuşması için dilekte bulunurum…”

“Ne kadardır sürüyor bu?”

“Tam 25 yıldır…”

“Bunca yıl sonra nasıl bir duygu var içinizde?”

“Duvara konuşuyormuşum gibi bir duygu!”