Aristo, insanı “Homo ridens” (Gülen hayvan) olarak tanımlamıştır. Ona göre gülmek insana mahsus bir etkinliktir. Doğrusu herhangi bir zaman diliminde, gezegenin herhangi bir yerinde yaşamış sapiens topluluklarında gülmenin olmadığını düşünemiyorum.

Gülmek ya da gülümsemek, kâh üzerlerine saldıran mamutu işbirliğiyle öldürdükten sonra oluşan gerginliğin sonlanması anında, kâh Leonardo da Vinci Milano’da bir kilisenin duvarına Son Akşam Yemeği tablosunu yaparken izleyicilerin yaşadığı histerik Stendhal sendromu katarsislerinde, kâh kağıt toplayıcı gencin yeni taşınan bir çiftten artakalan karton kutuların eğreti yığınını gördüğünde, kâh Anadolu’nun bir kasabasında üç yıldır penceresini gözleyip henüz kendisiyle tek kelam etmediği sevdiğinin yolda kendisine baktığını sanan delikanlıda, kâh yıllardır erkek şiddetine maruz kalmış bir kadının İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerini okuduğunda, kâh kurla karışık inandığı dini tebliğ eden mütedeyyinin muhatabındaki değişimi gördüğünde, kâh göbekli patronun çalışanını belden aşağı bir göndermeyle aşağıladığı anda ağzının kenarında beliren küstahlık sivilcesinde görülmüştür, görülecektir.

Gülme merkezi, beyinde sadece memelilerde olan talamosingulat bölgededir. Kahkaha endorfin salınımını ve bedenimizin strese dayanıklılığını artırır, temel stres hormonları olan kortizol ve adrenalin seviyesini düşürür, vücuttaki kanser hücrelerini yok eden interferonun üretimini artırır. Çalışmalar beynin yüksek bilişsel fonksiyonlarından olan mizah kullanımının psikolojik esneklik ve dayanıklılığı da güçlendirdiğini ortaya koyuyor. İşin aslı her geçen gün tıp dünyası gülmenin faydalarına dair yeni şeyler keşfediyor.

Ruhun Tensel Anarşisi: Gülmek

Ancak mizahi bir etkinlik olan gülmek ve kahkaha atmak hem yönetici tiranlar hem de bazı dinler/inançlar açısından hoş görülmemiştir. Çünkü ruhun tensel anarşisi olan gülmek, tek söz söylemeden en güçlü zorbaların tehdit surlarında gedikler açabilir.

Asık suratlılık “devlet” denen organizmanın alametifarikasıdır.

Gülmek ise her neviden yetkiliye boyun eğecek en son tepkimizdir.

Bunu bebeklerde de gözleyebiliriz. Bir bebek büyüdükçe yürüme, konuşma, tuvalet eğitimi ve adabımuaşeret kurallarını verebilirsiniz ona ama asla onun şen kahkahalarla katılarak gülmesine engel olamazsınız. Kendinize bir bakın; gülmemeniz gereken yerlerde kahkahanızı bastırmaya çalışırken arada kaçıveren kıkırdamalarınız bu gerçeğe işaret eder.

Bir yetişkin günde ortalama 17 kez gülerken, bir çocuk ortalama 40 kez güler. Buradan bakınca kahkaha ve masumiyet arasında da bir bağ var gibi görünüyor. Öyle ya, gülmemek için kendini kasan bir yetişkin muhatabını kandırıyor değil midir? Ciddi olduğunda sözünün dinleneceğini sanan kişi ya yeryüzünde söylenmemiş söz kaldığını düşünecek kadar zeki (!) ya da herkesin onun sözünü beklediğini sanacak kadar saftır.

Gülme üzerine yapılan bir çalışmaya göre 1950’lerde bir insan günde ortalama 18 dakika kadar gülerken 2000’li yıllarda bu süre günlük 6 dakikaya düşmüştür. Oysa 50’li yıllardan günümüze yaşam standartları olumlu yönde değişirken kötüye giden ne olabilir, gülmeyi yaratan ne azaldı hayatımızda? Anlam olabilir mi?

Yakınlık

Gülme ile yakından ilişkili durumlardan biri de yakınlıktır. Birlikte güldüğünüz insanlara daha fazla yakınlık duyar, insanlardan uzaklaştıkça gülmeyi unutursunuz ve mutsuz, umutsuz, uykusuz bireylerden birine dönüşürsünüz. Kalkıp sosyal mesafeyi yok sayarak çevrenizdekilerle kahkaha atın demiyorum ama madem teknoloji gelişti ve madem gizliliğe çok önem veriyorsunuz (gizlilik ihlali endişesiyle Whatsapp’tan Telegram’a yapılan göçler, mahrem bilginizi A şirketinden B şirketine taşımaktan başka da bir işe yaramadı gerçi) o halde yüz yüze konuşacağınız uygulamaları kullanın. Yazı diliyle “Nasılsın?” demektense görüntülü arayıp birkaç dakika birlikte gülerek konuşmak iki tarafa da iyi gelecektir (doktor tavsiyesi).

Yakınlığın en katıksız hali olan çocuk-ebeveyn ilişkisine baktığımızda, çocuğun ebeveyniyle kurduğu temel ilişkilerden biri de gıdıklanmak ve katıla katıla gülmektir. Çocuk büyüyüp yetişkin olduğunda kendi başına beslenebilir, hareket edebilir ve hatta orgazm olabilir (mastürbasyon). Ancak başka biri olmadan asla gıdıklanamaz, mutlaka bir “öteki”ye ihtiyaç duyar. Basit bir gıdıklama, partnerin üzerinde Lermontov şiirlerinden güçlü bir etki yaratabilir. Ancak “öteki” tarafından gıdıklanmanın haz veren bir eylem olarak sürdürülebilmesi için gıdıklayanın iki bilgiye sahip olması gerekir; kişinin neresinden gıdıklandığı bilgisi ve hangi noktada gıdıklanmanın gülme/haz deneyiminden ağlama/acıya dönüştüğünün bilgisi… Bu iki bilgi için “öteki” tarafından mutlaka tanınmak, bilinmek gerekir. Tanınmanın ön şartı ise şaşmaz biçimde ilişki kurmaktır. Zaten gülmek için çoğunlukla çevremizde birinin olmasına ihtiyaç duyarız, kimse yoksa da aklımıza komik bir şey geldiğinde bir arkadaşımızı arayıveririz. Bu durum, gülmenin evrimsel açıdan ilişki kurma amacına hizmet ettiğini gösterir. Nitekim konuya dair bir çalışma, topluluk içinde kahkaha atma ihtimalimizin iki kişilik bir ortamda kahkaha atma ihtimalimize göre 30 kat fazla olduğunu göstermiştir. Demek ki gülmek bulaşıcı bir insanlık halidir. Toplu taşıma araçlarında yapılan sosyal deneylerde insanların ağlayan birini gördüklerinde kolay kolay ağlamadığını –hatta günümüzde bu tip durumlarda kulaklığın sesini biraz daha açıp Spotify’dan bir şeyler seçiyoruz– ancak kahkaha ile gülen biri olduğunda kısa sürede gülmenin tüm araca yayıldığını ortaya koymuştur. Sitcomlardaki kahkaha efektinin sebebi de budur; saçma sapan esprilere bile gülmenizi sağlamak…

Ergenlikten itibaren karşı cins tarafından gıdıklanma olasılığınız hemcinsinize göre yedi kat fazladır. Belli ki gıdıklanma yetişkinlikte bir cilveleşme ya da cinsel oyunun bir parçası olarak da işlevseldir. 40 yaşından sonra birisi tarafından gıdıklanma ihtimali tam on kat düşer, belki de artık gıdıklanmanın işlevsel kazanımlarını bir kenara bırakmışsınızdır, ya huzurlu bir ilişkinin mesut havasıyla büyülenmiş, ya ilişkiniz sizi her geçen gün karanlık bir kuyuya çeken bir “imtihan”a dönüşmüş, ya da çalıştığınız plazanın açık ofisinde gizlice Tinder kaydırıyorsunuzdur.

Gülmenin ikili ilişkilerde yakınlığı artırmasına geniş ölçekte bakarsak mizah, toplumsal etkileşimi kolaylaştırarak rağbet görme ve popüler olmanın önünü açar ve toplumsal gerginliği azaltarak korku duvarlarının aşılmasını sağlar. Çoğu Youtuber’ın komik içerikler üretme çabası, yeni bir ortama giren alfa bireyin mutlaka bir noktada sulu şakalar yapmaya başlaması, bir siyasetçinin meramını fıkralarla dile getirmesi de hep görünür olma isteğinin sonucudur. Mizah duygusuna sahip olmayan ya da amiyane tabirle şakadan anlamayan bireyin toplumda yer edinmesi çok zordur.

Mutsuzluk, Umutsuzluk ve Uykusuzluğa Gülmek

Kant’a göre hayatta başınıza gelen kötü şeyleri dengelemek için kullanılabilecek üç yöntem vardır: gülmek, umut etmek ve uyumak. Kant, günümüzün teknomedyatik görünür toplumunun mutsuz, umutsuz ve uykusuz bireylerini önceden uyarmıştı. Ancak değerleri, idealleri ve en önemlisi de şahsiyeti olmayan bir toplumun mutsuzluk, umutsuzluk ve uykusuzluk pandemisi nedeniyle psikiyatri servislerinin kapısını aşındırması boşuna değildir. Hızlandırılmış şehir hayatının da kronikleştirdiği bu durumdan kurtulmanın eşiğindeyiz oysa, pandeminin zorunlu kıldığı (!) kişinin kendisiyle baş başa kalması ve yalnızlığa tahammülü arttıkça boşluk duygusu da ortadan kalkacaktır.

Aslında ironi yoluyla şaka/espri yapmak karşımızdaki kişinin prefrontal korteksine hitap eder, yani mantıklı düşünme, muhakeme etme alanımıza. Akıl, irade ve vicdanın bulunduğu alana. Ama günümüzde çoğu insan bu tip bir güldürü yerine insanların talihsizliklerine, akılsızlıklarına, cahilliklerine ve hatta bedensel kusurlarına gülmeyi tercih ediyor. “Güldürürken düşündürme” eskilerde kaldı,  artık tek amaç haz almak, hem de bu hazzı olabilecek en ilkel ve ilkesiz şekilde almak. Bir başkasının yaşadığı talihsizlikten zevk alanlara özgü bir duyguyu betimleyen “Schadenfreude” de gülmenin hazla bağlantılarından birini ifade eder. Şimdi sorumuzu biçimini değiştirerek yineleyelim: Siz gerçekten yılda elli milyon kutu antidepresan satılan, psikiyatri kliniklerinin önünde kuyrukların oluştuğu bu toplumun, bu gösteri ve narsisizm toplumunun çarklarından biri olmadığınızı mı sanıyorsunuz?

Yeri gelmişken gülme ile sırıtma arasındaki farkı da vurgulamak gerekir. Gülümseme genel olarak memnuniyetin ifadesiyken sırıtma mecburiyetten doğan samimiyet- siz bir biçimde gülmektir. Bu açıdan bakıldığında yalaka müdürün patron karşısındaki “gülümsemesi” ile kendini eleştiren eşi karşısında “gülümseyen”  kişiler aynı fabrikada yontulmuş tomruklar gibidirler, tek yumurta ikizidirler. Bunlar, görüldüklerinde uzak durulacak, Whatsapp mesajları “görüldü” yapılıp yanıtlanmayacak ve Instagram fotoğrafları “likelanmayacak” kişilerdir.

Görün Beni!

Damacana dahil çevresindeki her nesneye hallenen bir bakışın, “kadın kahkahasını” kendi ehlileştirilmemiş dürtülerine “ağır tahrik unsuru” saymaları, zihinsel kastrasyona uğramış bu tiplerin bir yönüyle “görünür olma” çabasıdır.

Ve her “görünür olma virüsü” kapan insan gibi bir süre sonra daha da görünmez olacaklardır. Bir de ırkçı ve cinsiyetçi söylemlerinin mizah olduğunu iddia eden aşağılayıcı tipler vardır ki bunlar ayrıca “Şakadan da mı anlamıyorsunuz?” kalkanının ardına sığınırlar. Ne deve ne de kuş oldukları için bir yerinden tutamayacağımız kadar omurga engellidirler ve görünürlük kurbanı olmuşlardır. İşin tuhaf yanı, görünür olma çabasının bir başka boyutu da gülmeme tepkisi ile karakterize olabilir. Şüphesiz insanoğlu kendini aptal yerine koyacak işler yapmak istemez. Gittiği komedi filmi veya stand-up gösterisinin aslında o kadar da komik olmadığını duymak iyi gelmez insana. Bu yüzden o filmi izleyenler ve izlemeyenler arasında görünmez bir gerginlik oluşur. Bazen filmi izleyenlerden bazıları da filme gülmeyen rakip koroya katılır. Burada iki mesaj vardır: Ben o gülenler gibi aptal değilim ve ben görünür olmak istiyorum. Zaten görünür olma çabası Corona virüsten daha önce hayatımıza girmiş bir pandemiydi. Evinde, okulunda, işyerinde kimseyle iletişim kurmayıp ontolojik varoluşunu sosyal medyada yumurta hesaplar üzerinden gerçekleştirmeye çalışmak, işin uzmanları tarafından bir “zavallılık fenomeni” şeklinde tanımlanmakta. (Bunu uydurmuş olabilirim, görün beni.) Fastfood tarzı yaşama teşne olan kitle için “hayatın anlamı” denilen varoluş krizini Kierkegaard, Aristo, Frankl ya da kutsal metinlerde “aramak” yerine, onu bulduğunu iddia eden, saçını yeşile boyamış ve “Barnum Etkisi” ile ağdalı laflar eden bir Youtuber’dan dinlemek müreccahtır. Lakin bulunduğu iddia edilen “anlam” barajların doluluk oranı ya da pamuk şekeri gibi eriyip yok olmaya mahkûmdur. Sahi, siz Netflix’teki her dizide bir psikiyatr/psikolog olmasının, TV’de AB grupta en yüksek reyting alan yapımların “kırmızı odalardan” mı geçtiğini sanıyorsunuz? Sakın bu bize tutulan bir ayna olmasın?

“Midyat, Seyfo. Hadi buna da gülün!”


* “Bir Demet Tiyatro” dizisinde Eyvah Necdet’in kullandığı bir replik.