‘Türkiye, 6-7 Eylül olaylarıyla ciddiyetle hesaplaşmadı…’
Osman Balcıgil, 6-7 Eylül olayları ve bu tarihte geçen romanı "En Hüzünlü Eylül" hakkında sorularımızı yanıtladı.
Osman Balcıgil, 6-7 Eylül olayları ve bu tarihte geçen romanı "En Hüzünlü Eylül" hakkında sorularımızı yanıtladı.
Yazdığı biyografik romanlarla olduğu kadar dönem romanlarıyla da geniş okur kitlelerine ulaşan yazar Osman Balcıgil ile 6-7 Eylül olaylarını da içeren, “büyük bir aşkın olduğu kadar büyük bir hesaplaşmanın da romanı” En Hüzünlü Eylül adlı kitabı üzerine konuştuk. Balcıgil “İstanbul’umuzun başından geçen bu en melun olay” olarak nitelediği 6-7 Eylül olaylarının artık gerçekten tarihe intikal etmek üzere olduğunu belirtti ve daha fazla geç kalınmadan yaşananlarla hesaplaşılması gerektiğinin altını çizdi.
Yazdığım romanları kabaca üç başlık altında topluyorum. Ezoterizm kaynaklılar, biyografik romanlar ve dönem romanları. “En Hüzünlü Eylül” üçüncü guruba giriyor. Önceki dönem romanlarım ise “Ters Kanatlı Şahin” ve “Putlar Yıkılırken”.
Birkaç belirleyeni oluyor. Öncelikle aklıma hakikaten ilginç olduğunu düşündüğüm bir konu geliyor ki ezoterizm kaynaklı romanlar böyle doğuyor. Ya da tam da o dönemde o romanın yazılması gerekiyor. “En Hüzünlü Eylül” bunlardan. Biliyorsunuz 6-7 Eylül olarak geçen olayların altmış beşinci yılını geride bıraktık. Şu anda 75 ve sonraki yaşlarda olanlar 6-7 Eylül olaylarının son tanıkları. Bir başka biçimde söyleyecek olursam tarihimizin ve İstanbul’umuzun başından geçen bu en melun olay artık gerçekten tarihe intikal etmek üzere.
Hayır. Tarihin tekerrür etmesini istemedim. Ülkeniz ya da dünyanın tanık olduğu yıkımlarla zamanında hesaplaşmaz, yüzleşmezseniz tekrar edilmemelerinin önünü kapatmamış oluyorsunuz. Ben Türkiye’nin 6-7 Eylül Olayları’yla yeterince ve ciddiyetle hesaplaşmadığını düşünüyorum.
Evet, bu anlattıklarıma bakarsanız öyle anlaşılabilir. Ama öyle değil. Esasen sonu hüsran olacak bir aşk hikayesi anlatıyorum kitabımda. Suzan ve Yorgo’nun aşkı İstanbul’un en güzel beldelerinden biri olan Büyükada’da filizleniyor. Dört başı mamur bir aşktan söz ediyorum. Bu arada o günün İstanbul’unu tanıma ve anlama fırsatı da sunuyorum okurlara. Her aşkın kendine özgü koşulları vardır. Suzan ve Yorgo’nunki de öyle.
Hem bildiğim hem de araştırdığım. Bilmem, çok dinlemem ve romanların geçtiği yerlerde bizzat yaşamış olmamdan kaynaklanıyor. 6-7 Eylül olayları ben doğduktan iki ay sonra gerçekleşmiş. Babannem, dedem, babam ve annemden çok dinledim. Öte yandan çocukluğum bir Ermeni mahallesinde geçti. Adalar da yaşadığım ve sevdiğim bir yer ki roman büyük ölçüde Büyükada’da geçiyor.
6-7 Eylül’e dair ne varsa yeniden masamın üzerine koydum ve araştırdım aynı zamanda. Zamanında ne kadar bilgilenmiş olursanız olun, böylesi önemli bir konu için çalışmaya başlayacaksanız hiç bilmiyormuş gibi davranmak zorundasınız. Ben de öyle yaptım.
Evet. Biraz anlatım kolaylığı olsun diye ama daha çok 6/7 Eylül’ün tozu dumanı dağıldıktan sonra meseleyi daha soğukkanlı bir biçimde değerlendirmek için. Beş yıl kısa bir zaman değil. Bugünden bakıldığında çok daha farklı ama Suzan ve ailesi beş yıl sonra meseleyi nasıl gördüler, bunu düşünmeye, anlamaya çalıştım.
Tam da o esnada orada değildim haliyle. Öte yandan oradaydım da. İstanbul’da tarihi yarımadada doğdum. Çocukluk yıllarım Beyazıt’ta bir Ermeni mahallesinde geçti. Türk olmama rağmen “öteki” mahallenin de çocuğuydum anlayacağınız. Surların içindeki tüm semtleri avcumun içi gibi bilirim. Sonraki yıllarda Kadıköy yakasından Taksim’e, Osmanbey’den Adalar’a, Rumeli Hisarı’na Emirgan’a, Yeşilköy’e kadar bütün semtlerde yaşamak imkânı buldum. Hepsinin 70’li, 80’li, 90’lı yıllarına tanık oldum. İstanbul’un eski semtlerini “hain inşaat mafyası ve siyaset madrabazları” yağmalamadan tanıdım, sevdim. Yaşam biçimlerini, kültürlerini, insan ilişkilerini gözlemleme imkânı buldum. Böyle söylediğimde, size İstanbul’un son yarım yüz yılından söz etmiş olduğumu lütfen unutmayın. Yarım yüzyılın bir kentin değişimini anlamak ve anlatmak açısından kısa bir süre olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle oradaymış gibi anlatıyorum.
Evet. Acı çekiyorum çünkü. Hepimiz acı çekmeli, utanç duymalıyız. Tıpkı Almanların Kristal Gece’den utanç duymaları gerektiği gibi. Tıpkı Yahudilerin Sabra ve Şatilla katliamlarından utanç duymaları gerektiği gibi. Tıpkı Amerikalıların gerçekleştirdikleri Kızılderili katliamlarından, Hiroşima ve Nagazaki’den, Vietnam’dan, Irak’tan, Suriye’den, Küba’ya yaptıklarından utanç duymaları gerektiği gibi. Tıpkı Fransızların ve İtalyanların Kuzey Afrika’da yaptıklarından utanç duymaları gerektiği gibi. İspanyolların Latin Amerika’da yol açtıkları acılardan, Rusların Afganistan’da yaptıklarından utanç duymaları gerektiği gibi.
Ülkelerimizi yönetenlerin organize ettikleri ve gözlerini boyadıkları sıradan insanları kullanarak organize ettikleri katliamların, soykırımların, pogromların önü ancak böyle alınabilir.
Kesinlikle hayır. Alınmış olsaydı, Çorum ve Maraş katliamları gerçekleşmezdi. Sivas’ta yaşananları unutalım, görmezden mi gelelim? Eğer 6-7 Eylül olayları bu ülkede iyi anlatılabilmiş, özümsenmiş olsaydı az önce saydıklarımın hiçbiri olmazdı. En Hüzünlü Eylül’ü bu nedenle, kendimle, kendi halkımla, kültürümle, barbarlığımla, insan hakları tanımazlığımla yüzleşmek için yazdım.
Olabilir. Öte yandan, bu ülkenin insanlarının “kötülükleri görmezden gelme halinden vazgeçtiklerini” de hissediyorum. Yalanlarla, dolanlarla yaşanan bir hayatın sonuçlarını gördüklerini, epeydir de sonuçlarına katlandıklarını düşünüyorum. Kendilerini medeni dünyanın bir parçası olarak görmek istediklerinin, ilk fırsatta bunu gerçekleştireceklerinin farkındayım.
Kitabı incelemek ve satın almak için:
En Hüzünlü Eylül – Osman Balcıgil • Destek Dükkan (destekdukkan.com)