Maddeler halinde salgınla ilgili merak ettikleriniz
Koronavirüs salgını başladığından bu yana en çok kullandığımız kelimeler haline gelen hastalık, virüs, sendrom, bakteri, aşı, semptom nedir?
Koronavirüs salgını başladığından bu yana en çok kullandığımız kelimeler haline gelen hastalık, virüs, sendrom, bakteri, aşı, semptom nedir?
Covid-19 hayatımıza girdiğinden beri gündelik hayatımızı şimdiye kadar alıştığımız şekilde yaşayamaz hale geldik. Neredeyse bütün dünyayı evlere kapatan, bizleri en sıradan alışkanlıklarımızı bile değiştirmek zorunda bırakan bu pandemi süreciyle birlikte belki de en çok düşündüğümüz şeyler hastalık, virüs, semptom vs. haline geldi.
Hadi bakalım bütün bunlar ne demekmiş ve umalım ki çok yakında bütün bu kelimeleri bu kadar sık aklımızdan geçirmek zorunda kalmayacağımız günlere kavuşalım…
Sağlık, hastalık, iyilik, kötülük, normal, anormal gibi kavramlar ifade edilir edilmez her birimiz ne hakkında konuşulduğunu biliyor gibi hissederiz. Bunlar etrafımızda gördüğümüz, kolayca tanıyabileceğimizi düşündüğümüz ama açıklanmasını istediğimiz zaman genellikle pek başarılı olamadığımız kavramlardır. “Hastalık nedir?” sorusunun cevabı pek çoğumuz için “hasta olma hali”dir. Fakat bir kavramı tanımlayabildiğimizi iddia etmemiz için aynı zamanda o tanımın içindeki unsurların da bizim için tanımlı olması gerekir. Yani hastalık, hasta olma hali ise hasta olma hali nedir? Bizim için bu, bedenimizde hissettiğimiz ve yaşam kalitemizi bozan, olağan günlük işlerimizi bir şekilde aksatan bir iyi olmama halidir.
Bu durumda neyin hastalık olup olmadığını tanımlarken göz önünde tutmamız gereken unsurlar kabaca şunlardır:
Virüsler hücresel organellere sahip olmayan, enerjiye ihtiyaç duymadan varlığını sürdüren bir kılıf içindeki genetik materyalden ibaret hücre içi parazitlerdir. Bu materyal salt DNA ya da salt RNA’dır. DNA ve RNA bir arada bulunmaz. Virüslerin metabolizması yoktur, parazit olarak yerleştikleri hücrelerin organellerini ve metabolizmalarını kullanırlar. Bu özellikleri nedeniyle canlı olarak kabul edilmezler. Bilim dünyasındaki genel kabul, bunların canlılığın sınırındaki varlıklar olduğudur.
Virüsler farklı türler arasında doğrudan ya da dolaylı şekilde bulaşıcı olabilirler. Yani belli bir hayvan türünden diğerine, hayvandan insana, insandan hayvana, insandan insana bulaşabilirler.
Türkçesi belirtidir. Semptomlar, hastalığın oluşum sürecinde hasta tarafından gözlemlenen uyarıcı işaretlerdir. Genellikle dışarıdan gözlemlenemezler. Mesela hastalanmadan önce vücudunuzda hissettiğiniz kırıklık hissinin dışarıdan tespiti mümkün değildir. Baş ağrısı, tat ve koku duyularının kaybı, nefes darlığı, çarpıntı, herhangi bir yerinizin uyuşması ya da karıncalanması gibi.
Sağlıklı bir insanda gözlemlenmediği halde hastalık halinde görülmeye başlanan ağrı, sızı, uyuşma gibi belirtilere pozitif semptomlar, sağlıklı insanlarda var olan tat alma gibi duyuların kaybına ise negatif semptomlar denir.
Dışardan gözlemlenebilen belirtiler ise bulgu olarak adlandırılır. Ateşinizin çıkması, derinizde oluşan döküntüler, kalbinizdeki ritm bozuklukları bulguya örnektir.
Hastalıkların teşhisi için semptom ve bulguların varlığı zorunlu bir koşuldur.
Aşılar içerdikleri etkenin durumuna göre canlı ve ölü aşılar, mikroorganizma tipine göre bakteriyel, viral, paraziter aşılar, hazırlanış yöntemlerine göre konvansiyonel ve biyoteknolojik aşılar olarak sınıflandırılabilirler. Canlı aşılar hastalık yapıcı özellikleri zayıflatılmış mikroorganizmaların kullanıldığı aşılardır, ölü aşılar ise fiziksel ya da kimyasal yöntemlerle etkisiz hale getirilmiş mikroorganizmalarla yapılır.
Aşının icadı ve aşılama faaliyetlerinin yaygınlaşmasından itibaren bebek ve çocuk ölümlerindeki azalma oranı son derece çarpıcıdır. Türkiye’de 50 yıl önce her 1000 bebekten 141’i bir yaşına gelmeden ölürken bugün bu sayı 9’a indi. Bebek ölümü oranlarındaki ciddi düşüşün de etkisi sayesinde ortalama yaşam süremiz giderek yükseliyor. Ortalama yaşam süresindeki artışın başka pek çok nedenleri de olmakla beraber, yaygın aşı kullanımı bu sonucun alınmasındaki en önemli sebeplerin başında gelir.
Türk Toraks Derneğine göre sendrom: “Birbirleriyle ilişkisiz gibi görünen, ancak bir araya geldiklerinde tek bir olgu olarak kendilerini gösteren bulguların bütünüdür. Bu durum ailevi de olabilir sonradan olan nedenlerle de ortaya çıkabilir. Tıpta bu durum genellikle, birlikte rastlanılan bulguları tanımlamakta kullanılır.”
Sendromlar belirli belirtilerin küme halinde kendini gösterdiği durumlardır. Sendrom, hastalık demek değildir. Teşhisi kolaylaştıran bir gruplama biçimidir. Farklı hastalıklar aynı semptom kümelerini yani sendromları içerebilir. Bununla birlikte AIDS, SARS gibi hastalıklarda hastalık yapıcı etkenler keşfedilemeden önce bunlar sendrom olarak tanımlanmışlardır. Bunlar hastalık olarak tanımlandıktan sonra da isimleri değiştirilmez. Dolayısıyla bunları hala sendrom olarak anmaya devam ederiz.
Dünyadaki biyokütlenin çoğunluğunu bakteriler oluşturur. Bakteriler, dünyadaki yaşamın olduğu her yerdedirler. Yaşamın sürdürülebilmesi için eşsiz ve yeri doldurulamaz bir rol oynarlar. Atmosferimizdeki oksijenin bugünkünün yüz binde biri olduğu bir dönemde bakteriler fotosentez yoluyla atmosferimizi oksijenle doldurmuşlardır.
Bakteriler ilk kez 1676 yılında Hollandalı bilim insanı Antonie van Leeuwenhoek tarafından, kendi tasarladığı tek mercekli bir mikroskopla gözlemlenmiştir. Van Leeuwenhoek, gözlemlediği bu canlılara “hayvancık” adını verdi, bu canlılara bakteri isminin verilişi ise yüz altmış iki yıl sonra gerçekleşti. Bakterilerin isim babası, Alman bilim insanı Christian Gottfried Ehrenberg oldu.
Bilinen en eski bakteri fosili, Yer Bilimci Andrew Czaja tarafından Güney Afrika’nın Northern Cape vilayetinde bulunmuştur ve 2,52 milyar yaşındadır. Bu bakteriler volkanik aktiviteler sonrası açığa çıkan hidrojen sülfit ile besleniyorlardı.
Mikroplar ya da parazitler sayesinde ortaya çıkan ve bir canlıdan diğerine geçebilme özelliği bulunan hastalıklara bulaşıcı hastalık denir. Bu hastalıklar insandan insana bulaşabileceği gibi diğer türlerden bulaşması da mümkündür. Aynı şekilde insanlardan hayvanlara bulaşabilen hastalıklar vardır.
Bulaşıcı hastalıklara karşı en etkin önlemler bedensel ve çevresel hijyenin sağlanması, yaşam alanının iyi havalandırılması, sağlıklı beslenme ve aşılamadır.
Koronavirüs, ilk kez 1960’larda keşfedilen, kuşlarda ve memelilerde hastalıklara sebep olan bir virüs türüdür. İnsanlarda görülen yedi tip koronavirüs vardır. Bunlardan dördü mevsimsel nezle gibi düşük riskli ve hafif atlatılan hastalıklara neden olmaktadır.
Ölümcül koronavirüs tipi ile ilk kez 2002’de Çin’de ortaya çıkan SARS hastalığı sayesinde karşılaşılmıştır. 2002’den bugüne, tespit edilen 8096 vakadan 744’ü ölümle sonuçlanmıştır. Ölümcüllük oranı yüzde 9,4 olmuştur.
Ölümcül koronavirüs tipiyle ikinci karşılaşmamız, 2012’de Suudi Arabistan’da ortaya çıkan MERS salgını sırasında olmuştur. Bu salgında 2494 kişi hastalanmış, bunlardan 858’i ölmüştü. Yani öldürücülük oranı yüzde 37’yi buluyordu.
Bu gibi virüsler aslında insan virüsü değildir. Aynı habitatı paylaşan hayvanlar arasında daha kolay yayılabilirler. Virüsün insana sıçraması için ise genellikle birtakım mutasyonlar geçirmesi gerekir. Virüs ve bakteriler de tıpkı insanlar gibi belli bir “aile ağacı”na sahiptirler. Dolayısıyla halen dünyadaki herhangi bir hayvanda insana sıçramak üzere mutasyona uğramış herhangi bir virüs tipi bulunabilir.
Hastalık nedir? Nereden çıktı bu salgınlar? Osmanlı’da salgınlarla nasıl mücadele edildi? Pagan mitolojilerinde ve kutsal kitaplarda salgın ne anlama geliyor? Mumyalar bize ne anlatıyor? İstatistikler ne söylüyor? Covid-19 nasıl yayıldı? Nasıl bir çağa düştük böyle?
50 Maddede Salgınlar, tarih boyunca görülen bulaşıcı hastalıklardan biyolojik silahlara, komplo teorilerinden korku salgınlarına, merak edilen pek çok konu üzerine akılcı bir perspektif sunuyor. Erdinç Yücel, salgınların insanlık tarihindeki dönüştürücü etkisini kronolojik sıralamayla aktarırken bilgiye yaklaşma geleneğimizi de sorguluyor.
Kitabı incelemek ve satın almak için:
50 Maddede Salgınlar – Erdinç Yücel • Destek Dükkan (destekdukkan.com)