
Seyyar Hikaye Satıcısı
"Oğuz Atay’ın okurunu çepeçevre sardığı yerler hep oyun oynadığı yerler. Önyargısız ve ilk kez görür gibi saf; riyadan uzak, şen..." Oğuz Atay tüm yazarlık yaşamında peş peşe yayımladığı çalışmalarına rağmen okura ulaşacak bir kanal bulamamış, "Demiryolu Hikâyecileri-Bir Rüya" öyküsünün sonunda "Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" demek zorunda kalmıştır. Peki onu 1970’lerde eleştirenlerin 1984’te birden hatırlamaları ve Türk edebiyatının tepelerine taşımaları rastlantı mıdır?Kitapta ayrıntılarıyla ele alınarak gösterilen bu kişiler, politikanın ve konuşmanın rafa kaldırıldığı, bütün düşünen insanların yanlış yaptıklarını söylemeye zorlandıkları bir dönemde, Oğuz Atay’ı, apolitik, her şeyle alay eden, çizgisi belirsiz, yaşam dışı, sinik bir aydın tipi olarak sundular.Tutu...

Gün Yüzüne Dökülenler
"Mahallemizde solun bütün renkleri vardı. Karşı mahallede ise sağın tek rengi hâkimdi. Havanın kurşun gibi ağır olduğu günlerdi. Hepsi yirmili yaşlarda, kendi düşüncesinde; ilkeli, idealist ve dürüsttü. Renkli mahalle daha eşit, daha özgür, daha mutlu bir ülke istiyordu. Karşı mahallede şu düşünce hâkimdi: ‘Komünizm bu bahar geldi gelecek, bu renkli mahallenin gençleri var ya onlar getirecek. Ölürüz de buna izin vermeyiz’ diyorlardı. Yıllar geçti ne komünizm geldi ne de başka bir şey. 12 Eylül 1980’de, sokağımızda Evren’in hışmına uğramayan kalmamıştı. Buna rağmen bu toprakları çok seven insanların içinde yaşıyorduk." Umut Özkan’ın 2019-2021 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlanan yazılarından derlenen Gün Yüzüne Dökülenler, Köy Enstitüleri’nden türkülere, halk edebiyatını...

Önemsiz Gün ve Haftalar
Akıp giden su gibi güzeldi işte geçip giden zaman da. Akması, geçmesiydi önemli olan ve bizim de onlarla akmamız, geçmemiz, esmemiz, uçmamız, yüzmemiz, yürümemiz, koşmamız, durmamız, bakmamız, susmamız ve yazmamız... Sonra günlerimiz vardı, olup olacağı yedi gündü, iki avcumuza sığardı, "hayırlı cumalar" kadar "mavi cumartesiler", "uykulu pazarlar", "güneşli pazartesiler", "sakin salılar", "iyimser çarşambalar", "uğurlu perşembeler" de demek iyiydi. Haydar Ergülen, Önemsiz Günler ve Haftalar’da zamanı peşi sıra akan aynılıklar bütünü olmaktan kurtarıyor, her bir haftaya "önemsiz" bir anlam atfediyor ve bize o hep özlediğimiz geçmişin tatlı-ekşi atmosferini yeniden canlandırabileceğimiz bir ruh atlası sunuyor.

El Ele - Manus İn Mano
Hakikat Görünmeyen, Bilinemeyendir. "Olacağın gibi oldun mu?" Şayet olmadıysan, şimdiye kadar bir başkasının hayatını yaşadın demektir. Hayat oyununda her şey anlamsız da olabilir, yüklediğin kadar da anlamlı. İş oyuncuda biter... Bir keşiş... Bir şifacı... Bir yargıç... Bir uşak... Bir adamla iki kadın... Kader ile karar arasında gidip gelen adam gerçek aşkı bulduğunda tadını çıkaracak mı? Hayatına giren o özel kadın onu ya adam edecek ya da darmaduman... Tutunacak bir insan kalmadığında, Bir’inin zaten seni tutmakta olduğunu hissettiğinde her tür zorluğu yenmek elbette mümkündür. El ele birlikte aşılamayacak engel yoktur.

Sözlerim Eksik Kalır Beni Kalbimden Dinle
UNUTMA! SURETTE KÜÇÜK BİR ÂDEM OLSAN DA HAKİKATTE EN BÜYÜK ÂLEM SENSİN... Seveceksin azizim! Bağrına basa basa, saklamadan, gizlemeden, utanmadan, karşılık gözetmeden, sarılarak seveceksin! Anne, baba, eş, evlat, arkadaş büyük küçük hepsini seveceksin. Yaradan’ın hatırına yaratılmış olan her ne varsa, cimrilik etmeden, bir çocuk yüreği ile insanca seveceksin. Ama evvela kendini seveceksin. "Bir kitap okudum hayatım değişti!" der misin bilmem okuduktan sonra. Gel biz dertleşelim, dizimizdeki yaranın acısını nasıl azaltırız onu konuşalım, hiç olmadı birbirimize merhem olalım. Sen türkü dinle, ben arabeskten yana olayım. Bazen seyyah olalım ama Mardin’de de bir duralım, dünyaya

Niyet Defteri
SÖZ BÜYÜDÜR Sözler, seçimleri ifade eder, seçimlerse kadere dönüşür. Kaderse bir çemberdir. İçine hapsolduğun bir çember... Ne var ki sözlerle inşa ettiğin çemberi yine sözle kırabilmen mümkün... Nasıl mı? Yeni sözlerle, yeni bir gelecek tasarlayarak... İşte bu kitap, bir geleceği tasarlama kitabı... Hem de sözlerle. Çünkü sözler tılsımlıdır. Eski seni, yeni sözlerinle dönüştürmeye başlayacaksın. Geçmişini bırakmaya hazır mısın? Eski sen ile vedalaşabilecek misin? Yeni seni ne kadar seveceksin? Tasarladığın gelecek ile hayalindeki gelecek aynı mı? Hadi aç sayfaları... Bu kitap geleceğinin pusulası...

Yol Arkadaşım Havaalanı Yazıları
20 ülke. 40 Havaalanı kapısı. 64 yol hikayesi. Gündüz Vassaf, bize gitmediğimiz diyarları, duymadığımız masalları anlatıyor; heyecan verici yol öyküleriyle sarıp sarmalıyor, yoldaşımız oluyor. Kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği yazılarında bizleri de peşinden sürüklüyor. Onunla birlikte aynı gün içerisinde farklı ülkelerin farklı havaalanlarında buluyoruz kendimizi. Dünyanın yirmi farklı ülkesine uğurluyoruz bazen sevdiklerimizi, bazen de uğurlayanın yokluğu kıvrandırıyor bizi. Altmış dört yazıda, yazarla birlikte açtığımız kırk havaalanı kapısında kah mekanların mimarisini sorgularken buluyoruz kendimizi, kah hayaller kurarken… Kitaptaki yazılarla bir zamanların hanları, bugünün havaalanlarına bambaşka bir gözle bakacaksınız. Belki de anısız olduğunu düşündüğünüz bu mekanların nice an ve an...

Yalnızlığın Kitabı
Yalnızlık için "çağın hastalığı" diyorlar. Peki öyle mi gerçekten? Yoksa yalnızlık, Aristo’nun "politik bir hayvan" diye nitelediği kafası karışık ve her daim meşgul insanın en kadim dostu, en arkadaş canlısı arkadaşı mı? Tenhasını yitiren kentlerde kuytu bulamadığımızdan mı kendimizi yalnız hissediyoruz bu yüzyılda? Afili yalnızlıklardan sefil yalnızlıklara doğru ilerleyen eski ve büyük bir destan, yalnızlığın tarihi. Mitosun tanrılarından mitolojik kahramanlara, anti-kahramanlardan varoluşçuluğun sıradan ve sıkıcı, iç bunaltıcı karakterlerine uzanıyor. Hatta mekandan, metruktan, evden ve avludan yüzümüze yansıyan bir oluş halini alıyor. Yazardan, editörden ve okuyucudan geçiyor. Neticede farklı kulvarlardan 12 isim bir araya geliyor, insanın yatay ve dikey düzlemde yalnızlığını düşünüyor...

Beni İçinden Sev
Kimsenin bilmediği bir şarkısın. Bana kendini öğret. Başka hisleri başka insanlarda değil de hepsini sende tüketmek isterim çünkü ikimiz başkayız, kimsenin bilmediği bir başka dünyayız. Bakma sen bu kalabalığa, bu dünya bizim için yaratıldı. Başkaları sadece başkaları olarak kalsın, sen bir hayal kur kendine ve içinde sadece bize yer olsun.

Bazı Yollar Yalnız Yürünür
Kitapsız, çiçeksiz, hayvansız, vicdansız, doğrusuz insandan uzak dur. Umudu öldürüp, nefreti toprağa dikmek isteyenlerden uzak dur. Hayatı sadece ideoloji ve düşünce olarak görenden uzak dur. Mutlu olmanı, sorgulamanı, düşünebilmeni kendilerine yapılmış bir tehdit olarak görenlerden uzak dur. Kendilerine duydukları yabancılık yüzünden karşısındakini kötü bilenlerden uzak dur. Nefreti evinin kapısına koyan, artık her dışarı çıktığında avucunda nefret taşıyanlardan uzak dur. İnsan hayatına olan saygısızlığı bir övünç madalyası gibi, gurur mekanizması gibi görenlerden uzak dur. Kelimeleri özenle seçmeyen, her cümlesi biat olan, her sözcüğü toz olandan uzak dur. Sesinin tonu kalbinin tonundan çok olanlardan uzak dur. Çünkü neye çok yaklaşırsan, neyi çok biriktirirsen, ona dönüşürsün.

Gerçeği Söylemek
Gerçeğe karşı neden bu kadar tutkululardı? Vazgeçilmez olan neydi? Vazgeçenler bizlere hangi mesajı bıraktı? Hayalleri için ne yaptılar? Nelerden korktular, neye tutundular? Onları farklı kılan neydi? Farklı olmak neler getirdi? Orhan Tüleylioğlu, farklı alanlarda tanınmış isimlerin hayat hikâyelerinden kesitler sunduğu kitabında gerçeği söylemenin tek bir yolunun olmadığını, gerçek üzerine ısrarcı olmanın ise dünyanın hemen her yerinde ortak bir kader yaşattığını anlatıyor. Gerçeği Söylemek, kimi zaman sırf merakları için, kimi zaman yüksek idealleri uğruna, kimi zaman ise sadece daha mutlu olabilmek için harekete geçenlerin ve değişim yaratanların yol haritasını çıkarıyor.

Uçurumu Koruyan Korkuluk
Ne yazı ne şiir, ikisi de edebiyat değil. İnsanın yazısı, elyazısı, alınyazısı, olyazısı, yolyazısı. Bazen büyük okyanuslar gibi gözüken, hem içimizi hem aklımızı kavuran, yakan, susuzluktan boğulduğumuz bu çölden çıkmak için gereken yolluğumuz bizim. Yazı da yolluk şiir de. Uçurumdan da, azgın nehirlerden de, çölden de onlarla çıkıyor insan ve onlara çıkıyor. Tarhan Gürhan’ın Uçurumu Koruyan Korkuluk kitabı, Cemal Süreya’nın Uçurumda Açan kitabının adını hatırlattı, ‘uçurumda açan çiçek’ oldu. Uçurumda açıyor ama zehirli değil, yakıcı. Zehri atmak için kaçınılmaz olarak yakıcı. Haydar Ergülen Yıllar önce Alkoliçe - Kendini Kundaklama Dersleri ile aşkın ve ayrılığın haritasını çizen Tarhan Gürhan, Uçurumu Koruyan Korkuluk’ta ayrılıkla ve özlemle başa çık(ama)ma günlerini anlatıyor. Ayrılık...

Canvermezler Tekkesi
"Evvela benim deli olmadığıma emin olmalısınız. Akıl sağlığım tamamen yerindedir. Hiçbir hastalığım yok ama ihtiyarım. Ah gücünü tüketmenin en üstünde olan bir ihtiyar, bütün ihtiyarların ihtiyarlığından daha fazla ihtiyar... Kaç yaşındayım? Seksen? Yüz? Yüz yirmi yaşında mıyım? Bunun aslını bilmiyorum. Bu husustaki hissimi aydınlatmaya yarayabilecek hiçbir şey yok. Ne yazılı bir vesika, ne hatıra, ne şahit! Çünkü ancak birkaç günden beri ihtiyarım." Selim Nüzhet Gerçek’in Claude Farrère’in La Maison Des Hommes Vivants eserinden uyarladığı bu eser, edebiyatımızın nereyse hiç anılmayan kayıp bir eseri. İleri gazetesinde tefrika edildikten sonra 1922 senesinde basılan Canvermezler Tekkesi, edebiyatımızda korku türünde yeni bir keşif. Bu eserin basımına değin bu olağandışılıkta ve bu kadar ne...

Açıkçası Canım Umurumda Değil
"Yıllardır yapılan her araştırma aynı şeyi doğruluyordu. Sonunu bilmek hikâyeyi güzelleştirir, zannedildiği gibi heyecanı öldürmez, aksine körükler. Bundandır ki bazılarımız kitabı okumaya başladığında en arka sayfaya kaçamak bir bakış atar. Elbette bile isteye hikâyenin tüm ayrıntılarıyla paylaşılmasından bahsetmiyoruz. Daha çok merak etmenizi sağlayacak Hansel ve Gretel kıtırlarından bahsediyoruz." İlk kitabı Zihin Koleksiyoncusu ile hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaşan Doç. Dr. Aslı Kotaman, ikinci kitabı Açıkçası Canım Umurumda Değil’de yine insan olma hallerimize odaklanıyor. Gitmeye ve kalmaya, ayrılıklara ve birlikteliklere, korkulara ve mutluluklara dair yazılara filmler, tablolar ve kitaplar eşlik ederken kendimizi ve toplumu anlamlandırmak için çizebileceğimiz yolların katman...

Güzel Şeyler Zaman Alır
Hayat, sevdiği insanı yaralarmış en çok... Sevdiğinin canını yakar, acıtır, kanatırmış... En çok kime güveniyorsa, onda bir yaranın izi kalırmış muhakkak. Unutma ki acı çok kıymetlidir bu yüzden. Ehlileştirir insanı... Uyandırır, büyütür, olgunlaştırır... İster ki hakkını verebilesin aldığın nefesin. İster ki koşsun artık şu ayakların. İster ki tuttuğunu koparsın o ellerin. İster ki insanca sevebilsin o kalbin... Haklısın... Bazen yolunda gitmez hiçbir şey. Bir yanın cehennem, diğer yanın uçurum görünür sana. Adım atmak cesaret, kalmaksa fedakârlık ister. Tam da uyanmak zamanıdır işte şimdi. Aç gözlerini. Hayat senden yanadır çünkü... Acıyla uyarmıştır seni, kendine koş, ulaş diye. Senden, yeni bir sen yaratmanın vaktid

Her Kalbe Bahar Gelir Ama Bazıları Çiçek Açar
İçime attığım kar taneleri kadar küçük şeylerin zamanla önünde durulmaz bir çığa dönüşebileceğini öğrendim. Oysa bir dağın zirvesine düşen ufacık kar taneleri gibiydi hepsi... Zamanla yuvarlanıp döndüler içimde, büyüdüler ve kocaman bir çığa dönüştüler. Meğer her şeyi içine atmak bir felaketmiş... Çünkü içine attıklarının altında ezilir, yorulurmuş insan. Sen benim içime attığım her şeysin. Çocukluğum, gençliğim, alınganlığım, pişmanlığım, umudum... Sen benim hissettiklerimsin... Sen, bir daha hissedemeyeceğim tek şeysin... Ne olurdu karşımda dursaydın şimdi? Sımsıkı sarılabilseydim boynuna, kokunu içime çekerek ağlayabilseydim omzun

Har ve Kül
Kalbimi alçıya aldırmak istiyorum bugünlerde... Sahi alçı tutar mı kalp kırığını? Kemik bile aynı yerden tekrar kırılmazken nasıl olur da bir kalp aynı yerden defalarca kırılabilir anlamıyorum... Ama olsun... Sevdada yanıp har olmak da var, sönüp kül olmak da... Ama bazı yaraları gizleyebilecek kadar büyük bir sargı yok ne yazık ki ve bazı acıların dinmesine yetecek kadar da uzun bir ömür... Yani kaderinde iyileşmek yoksa bir yaranın, kan revan içinde kalsan da onu taşımak zorundasın. İşte sen kaderinde iyileşmek olmayan en derin yaramsın. Ve ne yaparsam yapayım seni gizleyemiyorum...

Senden Sonra
En son ne zaman bir kadını sevdin? Ama öyle öptün, sarıldın, uyudun falan değil; en son ne zaman bir kadını gerçekten sevdin? Kaybetmekten korkarak, yanındayken bile özleyerek, deli gibi kıskanarak, koruyup kollayarak... Delikanlı adam korkmaz diye bir şey yok. Korkacaksın! Sevdiğin kadını kaybetmekten korkacaksın, kıskanacaksın da… Sokakta elinden tutacaksın, tanıdığın herkesle onu tanıştıracaksın. "İşte benim hayatım bu!" der gibi tanıştıracaksın. Güzel bir kadın sevmek istiyorsan onu gülümseteceksin. Çünkü dünyanın en güzel kadını mutlu bir kadındır, onu mutlu edeceksin… Bu yüzden kirpiklerini sev bir kadının… Avuç içlerini… Makyajsız yüzünü… Uyku sersemliğini… Saçlarını kesen bir kadının çektiği acıyı anlayabilecek kadar sev bir kadını. Ve asla bir kadının saçlarını kesmesine sebep olm...

Ben Bir Dahiyim Ama Henüz İlk Senaryomu Yazmadım
Hepimizin hayranlıkla izlediği, adını sinema tarihine yazdırmış o filmlerin senaryoları nasıl yazıldı? Ödüllü senaristlerin doğru yaptığı neydi? Ya da gelin şöyle soralım; iyi senaryo yazmanın bir formülü var mı? Aslına bakarsanız evet bir "formül" var. Bu sihirli bir formül değil; çok çalışmayı, çok okumayı, çok izlemeyi, senaryonun yapısını en iyi şekilde çözmeyi gerektiriyor. İster kendi senaryonuzu yazmak için yola çıkmış olun, ister kendi halinde bir sinema âşığı, bu kitaptaki her detay size heyecan verici kapılar aralayacak. Turgut Yasalar, Ben Bir Dâhiyim Ama Henüz İlk Filmimi Çekmedim kitabıyla yönetmen koltuğundan sesleniyordu, bu kez de senarist kimliğiyle her seviyeden sinemaseverin keyifle okuyacağı bir kitapla karşımızda.

Hare
Özüne kazımak istediğin duyguları yaşamaktan korkma. Her duygu, antrenmanıdır ruhunun. Duygularının rengini söyleyebilir misin mesela? Görünür olsalardı ne renk olurlardı acaba? Ona baktığında hissettiğin duyguyla, onun sende hissettikleri aynı mı? Belki de değil... Hatta muhtemelen değil... Üzülme, çünkü "anlam" herkes için farklı... Beklentiler de öyle... Bir düşün bakalım, belki sevdiğin o değil, ona karşı beslediğin duygulardır, olamaz mı? Olur... Ondaki duygunu o sanıyorsundur belki kim bilir... Halbuki gerçek olan duygundur, o değil... İkisiyle de tanışmaya hazır mısın?

Fatima
"Sularının dibinde Afganlı cesedi bulunmayan bir deniz var mıdır?" * Akdeniz’in ortasında batmak üzere olan bir botta ölüm kalım savaşı veren mültecilerin hayatını kurtaran aktivist kaptan Carola Rackete’nin gösterdiği kahramanlık mücadelesinden esinlenerek kaleme alınan Fatima sadece bir dönemin politik hakikatlerine tanıklık eden bir roman değil, aynı zamanda Afgan mültecilerin özgürce ve insanca yaşamak uğruna çıktıkları tehlikeli yolculukların görünmeyen insanüstü direnişini de cesurca gözler önüne seren bir yapıt... Fatima ve Reza’nın Afganistan’daki onursuz yaşamlarından kaçmak için katlandıkları akıl almaz zorlukları ve tam da kurtulduklarını sandıklarında karşılarına dikilen bambaşka aşılmaz sorunları tüm çıplaklığıyla okurken, gerçek kurtuluşun aslında ne kadar ulaşılmaz olduğunu ...

Ya Hep Beraber Ya Da Hiç Birimiz - Bertolt Brecht
Çağdaş tiyatronun dehasıdır Bertolt Brecht... 20. yüzyılda tiyatronun geleneksel kalıplarını yıkarak yerine koyduğu yepyeni, özgün, deneysel metotlarla sadece tiyatronun asi ve cesur çocuğu olarak kalmadı, oyun, şiir, hikâye, düzyazı, roman, deneme, inceleme, eleştiri alanında on bin sayfalık bir külliyat bıraktı geriye. Bir dönemin kültür tarihini derinden etkilemiş olmasının yanı sıra iki dünya savaşı sığdırdığı hayatı boyunca eserlerinin yakılıp uzun yıllar sürgünlerde yaşamasına karşılık savaş karşıtı sert ve kararlı tutumundan da hiçbir zaman ödün vermedi. Genç bir nihilist olarak adımlarını attığı mücadele dolu hayatına karakterli bir komünist olarak devam etti. Kirli siyasete hiç bulaşmadan varlık gösterebildi dünya sahnesinde. Hayatı fikirlerle olduğu kadar kadınlarla da doluydu. S...

Güzel Atlar Ülkesi
Bu kitabın adına bakıp yanılmayın sakın! Bu bir Kapadokya kitabı değil! İçinde kabuğu kırılan kaplumbağalar, deliliğin saçları, Tahtakuşlar adında bir çete, hamama giden bir pelikan, ucu Çatalhöyük’e çıkan yer altı yolları ve "bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü" falan var. Kedinin biri, bir kuşun cenazesinin ardından yürüyor. Eline ne geçerse oyuncak yapıyor bir çocuk. Bir baba güvercin ayakları resmettiriyor oğluna. Üstelik Şiir ile Felsefe’nin düğün davetiyesi de sayfaların birinde sizi bekliyor. Akgün Akova’nın bilgi ve şiirin bütün olanaklarını kullanarak yazdığı bu ilk deneme kitabı yıllar sonra güncellenmiş haliyle yeniden okurlarıyla buluşuyor. Güzel Atlar Ülkesi edebiyatın dolambaçlarında kaybolmaktan korkmayanlar için...