Katip Bartleby
"Yapmamayı tercih ederim." Bu cümle, 19. yüzyıl New York’unda Wall Street’te, bir hukuk bürosunda işe başlayan genç ve azimli Bartleby’nin hayat mottosudur. Bartleby her işini eksiksiz yapan sıra dışı bir kâtiptir. Ancak yaşananlar ve insanların ne düşündüğüne aldırmaksızın başlattığı pasif direniş bu cümleyle taçlanır. Bu kayıtsızlıkla nasıl başa çıkacağını düşünen patronu hikâye ilerledikçe onun tercihlerinin nedenlerini de anlayacaktır. Moby Dick’in yazarı Herman Melville tarafından kaleme alınmış absürd edebiyatın öncüsü ve aynı zamanda Amerikan edebiyatının kült eserlerinden biri olan bu uzun öykü Kafka’dan Camus’ye kadar pek çok yazara ilham vermiş, pek çok düşünürün okumalarına konu olmuştur. Kâtip Bartleby, yayımlandığı 1853 yılından beri bugün hâlâ toplum kuralları ve kapitalizmin...
Başka Bir Gökyüzüne İnanmak
Sevgilim... Gözlerin hangi şehrin sabahına açılırsa açılsın her sabah aynı kişiye uyanabilmektir aşk... Ben her sabah solumdaki o ağrıyla sadece sana uyanıyorum. Bu daha ne kadar sürecek hiçbir fikrim yok. Ama bir süre sonra sıradan bir pazar sabahına, aklımda başka bir telaşla uyanacağıma inanıyorum. Sen de inan buna. Bir zamanlar iliklerine kadar seni seven birinin, bir gün hatıralarında bile yer tutmayacağına inan. Seninle mutsuz yaşamaya bile razı olan birinin sensiz çok daha mutlu yaşlanacağına inan... Ve bir gün olur da denk olursa acılarımız; yani en az benim kadar yaralanırsa gururun, incinirse duyguların beni hatırla... İşte o zaman gerçek sevginin birinin varlığıyla mutlu olmak değil, yokluğuyla mutsuz yaşamaya alışmak olduğunu anlayacaksın. Ben sana hak ettiğinden fazlasını verd...
Chıcago
Oscar adaylı senarist ve Pulitzer Ödüllü oyun yazarı David Mamet’tan 1920’lerin Chicago’sunda geçen bir mafya hikâyesi. Keyifle okunacak bir dönem romanı. *** Karakterler arasındaki diyaloglar tüm güncelliği, doğallığı ve rahatlığıyla akarken okurun kendisini birdenbire gerilimin tam ortasında bulması işten bile değil. Birinci Dünya Savaşı’nda savaşmış, şimdi ise Chicago Tribune gazetesinin en iyi muhabirlerinden biri olan Mike Hodge, Annie Walsh’a aşık olmasaydı iyi ederdi. Ama belki de Annie Walsh’u öldüren her kimse Mike Hodge’a bulaşmaması gerektiğini bilse daha iyi ederdi. Basit bir iz sürme işinin bütün bir Chicago mafyasını hallaç pamuğu atar gibi atacağını kim nereden bilebilirdi? Ama işte Mamet’ın mahareti burada; ufak, bireysel hikâyeleri bir anda büyüterek bir insanlık meselesi ...
İnsan Ne İle Yaşar
"Önceleri Tanrı’nın insanlara sadece yaşamaları için can verdiğini sanıyordum, artık bundan daha fazlasını biliyorum. Anladım ki o, insanların birbirlerinden ayrı yaşamasını istemiyor, bu yüzden de onlara her birinin tek tek neye ihtiyacı olduğunu aşikâr etmiyor. Bir arada yaşamalarını istediğinden hepsine kendilerinin ve diğerlerinin neye ihtiyacı olduğunu gösteriyor." Zengin ve soylu bir aileden gelen Lev Nikolayeviç Tolstoy’un hayatı hakikati aramakla geçti. Yaşadığı zenginlik dolu hayatı reddederek yoksul sınıfın arasına karışan Tolstoy, iyilik-kötülük, ölüm-yaşam, açgözlülük-tokgözlülük gibi kavramlara erdemli yanıtlar aradı, insanı sorguladı. James Joyce kitaba ismini veren "İnsan Ne ile Yaşar?" adlı öyküsü için "Edebiyat tarihinin en önemli öyküsü" der. Onu bu denli büyük yapan şey ...
Bana İkimizi Anlat
"Yaşanması mümkünken yaşanmayan her aşk gün gelir bizden bunun hesabını sorar." Adamlık, bir kadını bir ömür sevmekten geçer. Kadınlık da kendini bir ömür sevecek adamın değerini bilmektir. Kimin için yaratıldığını bilmiyorsun elbette ama bu hikâyenin başrolü sensin. Aşkı senin, acısı senin. Kimse içinde kopan fırtınaları anlamaz, anlamak zorunda da değil zaten. İnsanlar hep konuşur çünkü hayat senin, tasası onlarındır. Her şeye rağmen bilmediğim bir hikâyenin başrolünü oynuyorum. Sonu nereye gider belli değil, seveceğim kaç şarkı kaldı bilmiyorum. Herkes gibi, her şeyden habersiz yaşıyorum. Ne zaman karşıma çıkarsın, hangi şarkıda ilk dansımızı ederiz hiçbir fikrim yok. Ayrıntılara takılmaya gerek yok belki de... Hikâyeme katıldığın gün sarılır konuşuruz bunları.
İpek Sabahlık
Suat Derviş, hayata ağzında altın kaşıkla merhaba dedi. Son nefesini yoksulluk içinde verirken, üzerinde saraylı annesinin hediyesi ipek sabahlık örtülüydü. Ülkesi için en iyiyi isteyen aydınların gördüğü eziyetten nasibini fazlasıyla aldı. Bu yolda, doğurmak üzere olduğu oğlunu kaybetti. Onlarca kez sinemaya ve sahneye uyarlanan FOSFORLU CEVRİYE isimli romanında, "hayatının aşkı"nı betimledi. Bu eseriyle sadece kendi ülkesinde değil, pek çok ülkede de gönülleri fethetti. Nâzım Hikmet’in "başını eğemedim, gölgesini çiğnedim" diye şiirler yazdığı yıl, Suat Derviş sadece on altı yaşındaydı. Sonra biri güreşçi, biri romancı, öteki gazeteci olmak üzere üç koca eskitti. Almanya’da Suzet Doli ismiyle Almanların, F
Karanlık Oda
Kürtlük-Türklük, Alevilik-Sünnilik, Zenginlik-Fakirlik, Doğuculuk-Batıcılık, Dindarlık-Laiklik… Büyükada’daki bir evin karanlık odasında, soluk kırmızı ışığın altında, 61 yaşındaki gazeteci Osman Balcıgil ve ondan yedi yıl önce doğan 25 yaşındaki delikanlı Deniz Gezmiş, memleketin siyah beyaz klişelerine bakıyorlar. İşçiler, köylüler, öğrenciler, ekmek, toprak ve özgürlük… Osman Balcıgil, "bir ceza olarak idamdan" bahsettiği kitaplardan bağımsız bir ağabey, sembollüğünden haberdar olsa da bihaber kardeşi Deniz. Darağacına doğru yürüyen gencecik, pırıl pırıl insanlar ve onlar gittikten sonra olanlar küvetlere dolduruluyor; ama bu sohbet, dokunulmaz, mahrem, samimi bir iç döküş olarak satırlara düşüyor.
Ermiş
Uzun yıllardır yaşadığı kentten artık ayrılmaya karar veren bir ermişin yolunu kesen yöre halkı ondan kendilerine hayat hakkında son bir nasihat vermesini, faziletin yolunu göstermesini isterler. Halkın bu isteğini geri çevirmeyen bilge, onlara ahlak, erdem, dostluk, hakikat, aşk, sevgi, doğruluk kısaca insanı insan yapan değerler hakkında uzunca bir söylev verir. Dinleyenlerin içselleştirdikleri anda hayatlarını değiştirecek denli derinlikli bu konuşma şimdiye dek yazılı tarihin en etkileyici yapıtlarından biri olan, Halil Cibran’ın belki de en büyük şaheseri ERMİŞ olarak karşımıza çıkacaktır...
Ben Sabahattin Ali
Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan ve Kuyucaklı Yusuf romanlarının yazarı Sabahattin Ali’nin casusluk hikâyelerini aratmayan yaşamöyküsünü Ben Sabahattin Ali adlı kitabında eşsiz bir roman kurgusu içinde kaleme alan Osman Balcıgil, Sabahattin Ali’yi bu kez gençler için yazdı. Ela Gözlü Pars Celile, Yeşil Mürekkep ve İpek Sabahlık gibi çok satan biyografi romanlarının usta yazarı Osman Balcıgil’in gençler için uyarladığı Ben Sabahattin Ali, Sabahattin Ali’nin öğrencilik yılları, Almanya’ya gidişi, siyasi görüşü, özel yaşamı, askerlik dönemi, hapishane süreci ve istihbarat ajanları tarafından izlendiği günleri tüm açıklığıyla ve lezzetli bir üslupla anlatıyor...
Öbürküler
Öbürküler, gecenin olur olmaz saatlerinde uykuları kaçıran, basamakları gıcırdata gıcırdata tırmanan, tel dolapları karıştıran misafirlerin romanı. Mahir Ünsal Eriş, 57 Numero’da gerçekleşen ürkütücü olayları anlatırken, bizi Menderes’in makadam yollarda sarsıla sarsıla giden otobüsünden indirip, asfaltta yaylanan damalı Impala’ya bindiriyor. Hasan Dağı’nı solumuza aldırıp, Haydarpaşa’da denizin laciverdiyle tanıştırıyor. Öbürküler, bize 60’lı yılları, komşuluğu, darbeleri, göçleri, hevesleri, yolları; daha da çok, bir daha asla dönemeyen Ötekileri geri getiren, hem hüzünlü hem de gülümseten bir roman.
Geçecek Mi?
Bu dünyaya "beklenti olmaya" gelmedim. Bu dünyaya başkası olmaya, ezberlere uymaya, hep aynı şarkıyı duymaya gelmedim... Sertçe göğsüme oturan bu ağrıya dokunabilirsem geçecek. Kaçmadan, acısını yok saymadan, kendime kızıp canımı daha çok yakmadan, yargılayıp daha derine bastırmasam geçecek. Geleni bir kabul edip, onunla canım yanarken konuşursam geçecek. Her sözünü yol göstersin diye aklıma bırakırsam, kalan izini iyileşsin diye zamana bırakırsam geçecek. Hemen geçsin diye kovmadan, tekrar gelir diye korkmadan, hep üst üste gelir diye kapanmadan, hep benim başıma gelir diye kaçmadan yüzleşirsem geçecek. Dokuna dokuna, konuşa konuşa, evet ağlaya ağlaya geçecek. Ağlarken kendime şefkat gösterirsem geçecek. İyileşmeden iyi olmuşum gibi yapmadan, daha önce kendimi nasıl ayağa kaldırdığımı unu...
18 Saat
Gözümüzle gördüğümüz her güzel şeyin arkasında mutlaka bir giz ya da acı saklıdır. Hesaplaşmak için yeterince uzun, değişmek içinse hayli kısa bir zaman... Birbirlerini hiç tanımayan, farklı hayatlardan gelmiş, farklı kültürlerde yetişmiş bir grup insanın ortak bir kaderde buluşmak zorunda kaldığında aslında birbirine ne kadar da benzeyen korkulara, sorunlara ve kaygılara sahip olduğuyla ilgili sert ama gerçekçi bir yüzleşmeye ayna tutuyor ON SEKİZ SAAT... Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşundan Gezi Parkı direnişine, Çorum olaylarından iki binli yılların Nişantaşı sokaklarına kadar geniş bir perspektiften yakın tarihe bakan; aşk, tutku, gerilim, erotizm ve direnç dolu bu hikâye, bol kahramanlı kurgusu sayesinde keyifli ve katmanlı bir okuma serüveni vaat ediyor. İnsan olmanın sancısı ile aydı...