Zamane Aşkları
O’nun İyi bir işi, düzgün giden bir ilişkisi ve sıradan ama güzel bir hayatı vardı. 30’una yaklaşırken tek beklentisi sevgilisinden gelecek evlenme teklifiydi.Üstelik ‘O’, aşkların hala eski Türk filmlerindeki gibi yaşandığını zannediyordu... Ta ki beklediği o romantik teklifi alana dek.Peki zamane aşkları kaça ayrılır sizce?Kaçak bir aşk, tek gecelik bir aşk, gerçek bir aşk; Bir sevgili, bir yüzük, bir Yunan heykeli, bir playboy ve AylinAşk bir kumardı ve Aylin ya kaybedecek ya kazanacaktıGenç bir kadının ayrılık sonrası yaşadığı duygusal karmaşa, hayata yeniden tutunma çabaları, mantığının ve duygularının savaşı, hayata dair tabularının yıkılışı ve aşka olan inancının yeniden kazanılma süreci, esprili bir dille anlatılmaktadır.Hayal alemime hoş geldin ve iyi eğlenceler!:)
Yüzde Elli
İsmet İnönü, 5 Temmuz 1931’de TBMM Kürsüsü’nden şöyle sesleniyordu: "Bir ülkede namuslularda namussuzlar kadar cesur olmazsa o memleket batar." (...) "İnşallah bundan sonra halkın cebinden çalmaya niyetlenenler, durup bir defa daha düşünecek. Bir yerlerde, çaldığımı bilen, buna göz yummayacak cesur birileri var ve gelip yakama yapışabilir, alnıma damgayı çakabilir diye geçirecek içinden. Elbette ki bu korkular da onları durdurmayacak ama kim bilir?.." "Belki de halkın cesur çocukları, artık harekete geçme vaktinin geldiğini anlayacaklar." (...) Terörün kökenleri bazen ailenin içinde olabilir. Kaos ortamı hırsızı lider, yolsuzu makam sahibi yapabilir. Herkesin herkesi dolandırmaya çalıştığı bir ortamda, insanlar yanılabilir. Doğru ile yanlışın birbirine karıştığı bir ülkede, hiçbir şeyin si...
Vesaire: İkinci Yastık
İki kişilik yatağı olan her yalnızın, iki de yastığı vardır mutlaka... Birine başını, diğerine kalbini yaslar sarılırken... Yalnız yaşamaya başladığı ilk günden itibaren insan, her şeyi tek kişilik düşünür de yatağını çift kişilik alır nedense. Rahat uyurum bari diye ilk başlarda. Ama sonra boğar onu, iki kişi uyuduğu yıllardan sonra tek başına uyumaya çalışması. Bir dönem salonda televizyon karşısında uyur tek başına. Yavaş yavaş o odaya doğru yönelmeler başlar. Yatak büyüktür tamam rahat uyursun belki, ama yastık neden iki tanedir be arkadaş! Biri başını koyup diğeri kendini boğmak için mi... Uyuyana kadarki zaman diliminde hıçkırıklarını dindirmek için mi... Yoksa o diğer yastıkta sevdiğinin başı, ne işi var be arkadaş koca yatağın üstünde o ikinci yastığın...Aslında ne güzelmiş eskiden...
Vahşi Aşk Öyküleri (3 Kitap Takım)
Bu öyküleri ya kendim yaşadım ya da gözlerimle gördüm. İşadamlarının sıradan hayatını süren benim gibi birinin, bütün bu serüvenlere katılmış olmasına hayret edeceğinizi biliyorum. Yargıç, savcı, doktor, avukat, polis, fahişe veya mafya mesleklerinden olmadan, öykü kahramanlarımın özel hayat bilgilerine acaba nasıl el koyabildim? Macerayı sevdiğimden ve hayattan korkmadığımdan toplumun bu karanlık bölgelerinde olup bitenlere tanık oldum ve kanunlarla kuralların sınırında dolaşanlarla dostluk kurabildim. Bazen de gizli hayatların ve ölümün esrarını çözebildim. Siz de gözlerinizi yummaz ve kulaklarınızı tıkamazsanız, Vahşet’in, gizlenmeye hiç gerek duymadan, her tarafınızı sarmış olduğunu fark edersiniz. En lezzetli aşk, şehvet ve şefkat yemeklerinin bile şiddet ateşinde pişirildiğini, siz d...
Tuba ve Gecenin Anlamı
Düşlerimiz, rüyalarımızın örtüsüdür. Masallar biraz daha farklıdır. Dileklerimiz, beklentilerimiz, kendimize saklı hayallerimizin üzerine yayılan bir tüldür. Tül, gerçeği görmeye engel değildir. Ne düşlerimiz gibi bizi örter ne de dünyanın gerçekliğinin bize ulaşmasını engeller. Tuba, düşlerinden vazgeçmiştir. İçinde koşturan masalın yuvalandığı tek yer gecedir. Gece, Tuba’nın yaşamına boylu boyunca serdiği masal nedeniyle anlamlıdır. Roman, söz konusu bu anlam doğrultusunda durmaksızın akarken Tuba’nın yaşadıkları pek de masala benzemez. Yurttaşı olduğu ülkenin uzun yıllar boyunca değişen sancılı gerçeği Tuba’nın öyküsünü acımasızca böler."İnsan, en iyi haline gelene dek birkaç kez doğar; bin yıllık şaraplar gibi." Tuba da müzik gibi kimi şeylerin önceki yaşamına ait olduğunu düşünür. Her...
Terkedemeyenler
"Sen şimdi ben âşık oldum diyorsun. Yani.. "Ben âşık oldum." "Kocan? Çocuklar? Duyan bilen var mı?" "Kimse bilmiyor. Kocamı sevmiyorum demedim. Çocuklarıma da toz kondurmam." "Eee?" "Kocamı seviyorum. Ama Tur..."Selda sözünü keserek, "Adını söyleme. Bilmek istemiyorum." Alexandre Dumas Fils, "Evlilik çok ağır bir yüktür. Taşıyabilmek için bazen bir üçüncüye ihtiyaç vardır" der. Dediği, tek başına bir öyküyü anlatacak kadar kapsamlı. Öyle değil mi? İşte bu kitapta Ruh Hekimi, Prof. Dr. Yıldırım B. Doğan evliliklerdeki 3. kişi ilişkilerini gerçek olaylardan yola çıkarak öyküleştirdi.
Darağacında Bir Kadın Şalcı Bacı
İsminden değil ördüğü şalların güzelliğinden geliyordu şöhreti. Hayatındaki tek derdi öksüz üç çocuğunu büyütebilmekti. Bir gün bir şapka hadisesinin içinde buluverdi kendini. Olaylar zinciri öyle bir gelişti ki kader bile şaştı kaldı!Olağanca saflığıyla savundu kendini: "Kadın şapka giye ki asıla?" Şalcı Bacı’yı idama götüren neydi? Kadın olduğu belli olmasın diye un çuvalına konularak asılan bir annenin gözyaşları içinde okuyacağınız gerçek hikâyesi... "Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa’nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadı...
Suç Sarayı
Benimse, neden hiç ağlamadığım bir sırdır.Bu ne fevkalade felsefe?Hayatıma üzülmediğim için kim suçlu?-Sevim Burak-, Yanık Saraylar"Doğduğum yere sonraları yolum hiç düşmedi...Ama Anadolu bir ölünün yüzü gibi hiç çıkmıyor aklımdan. İçimde ezbere bildiğim o köşe, anlatılmayı bekliyor. Anadolu’nun ağzını bıçak açmıyor. Memleketin ortasındaki muazzam çukur: Anadolu."Mesut ve avukat Laçin Anadolulu. Bunun ne demek olduğunu, hangi acılara, göçlere, geleceksizlik ve sahipsizlik duygularına karşılık geldiğini en az bizim kadar iyi biliyor onlar. Memleketi sarsan bir hukuk davasının peşine düşmüş avukat Laçin’in serüvenini izlerken, Gönül Kıvılcım’ın cümleleriyle bozkırın, çocukluğumuzun, yaralarına henüz ilaç bulunmamış sancılı bir coğrafyanın içinden onlarla birlikte boydan boya geçiyoruz.
Senin Adın Aşk Mıydı?
Benim masalımda aşk dolu başladı... Damla ve Fırat’ın aşkı, herşeye ve herkese rağmendi... Önceleri beni güldürüyor, bensiz nefes alamadığını söylüyor, "Sen olmazsan ben yaşayamam" diyordu! "Senden bir şans istiyorum, herşey çok güzel olacak, beni bir kere sevdiğini söyle, inan bana tüm gün yeter" diye fısıldıyordu kulağıma... Sonrası malum! Dengesizliğin yarattığı kaygılarla kaçan uykularım, düzensiz nefes alışlarım, depresif bakışlarım... Gözlerimin buğulanmasına bile dayanamayan Fırat’ım, nasıl oldu da birden değişti, anlayamadım! Boğazımda kocaman bir düğüm bırakarak gitti hayatımdan. Acımasızca, umarsızca... Sorularım, sorgularım kendi içimde hep yalnız ve yanıtsız kaldı. Ne çok şey değişti bende, bana dair! Peki artık kim inandıracak beni aşka, zaman mı? "Damla, aslında gerçek Fırat ...
Sen ve Ben
"Eğer kalabalıktaysan ama yalnızsan, herkese çok yakınsan ama bir o kadar da uzak, gülümsüyorsan içinde derin buruk bir boşluk varken. Yapacak çok şeyin varsa fakat hepsini yapacak kadar vaktin olmadığını düşündüğünden herşeyi yarım bırakıyorsan... Ben de senin gibiyim, belki de seninle duruyorum, yanında ya da yanında hissedeceğin bir yerde. Şimdi sana beni anlatacağım ya da bendeki seni. Şimdi ben buradayım. İki elinin arasında tuttuğun kitapta degil, kafandayım, orada yarattığında... O her nasılsa ve ne yapıyorsa ben oradayım. Bu bir tesadüf değil, anlayacaksın. Benden alabileceklerini, sonrasında aldıklarını sadece sen bileceksin. Bu bir başlangıç... Yüreğinin sesini duyuyorum, arayışını biliyorum. Bedenimi, ruhumu sonuna kadar açtım. Ruhum benim liderim. Yaşamın hesap defterini kapatı...
Göç - Güneş Çavması - 1
Bazen tam da batarken doğuyor Güneş...Gece daha parlak günler doğurmak için çöküyor...Uzaklarda değil, kendimizde sona eriyor göçümüz...“Güneş Çavması” okurlarını nevi şahsına münhasır “âlem” insanların arasına atıyor, farklıyı, uyumsuzu da görelim, belki de sevelim, önümüze çıkan bir sonraki “deli”ye gülümseyelim diye... Ama her mahallenin, her ailenin olmazsa olmazlarını da unutmuyor; onsuz düğün olmayan “kamber”ini, kendini memleket meseleleriyle ilgili baş muhatap gören amcasını, yaralamadan dedikodu yapmayı bilen teyzesini, “yavrusu”nun hep en iyisine layık olduğuna yürekten inanan annesini...Handan’ın Ankara’da bir mola verip Foça’da tekrar başlayan yolculuğu dostlarla büyüyor, aşklarla kavruluyor, acıları da mutluluklar kadar sıkı kucaklıyor...“Güneş Çavması” bir oyun, okura neşeyle...
Yirmi5
Babam gitti. Ben hiç büyüyemedim. Babası giden her kız gibi yarım kaldım. Babasız kalan her çocuk gibi hep bir yanım çok daha fazla kırılgan, çok daha eksik, çok daha çocuk kaldı. Hep onu başkalarında aradım. Bulamadıkça sabırsız biri oldum. Büyüdükçe ona benzedim. Ona benzeyen yanlarımı hiç sevmedim.Kocaman kız oldum sanıyor. Hala içinde baba geçen şarkılarda gözleri dolu dolu olan bir kız çocuğuyum.Ben bu kitabı yazarken, orta dereceli depresyon şüphesiyle tedavi olmaya başladım. Doğal seleksiyonun gerektirdiği muhtaçlık duygusu beslenemediğinde, böyle sonuçlar doğuruyormuş işte.Her zaman her durumda güçlü olmaya çalıştım ve elbette bunu da atlatmak istiyorum. Birilerine “yalnız değilsin” hissiyatını yaşattıysam ne âlâ. Bana bunu yaşatan tek bir kişi bile olmadı çünkü hayatım boyunca.Bu ...
Noktasızdır Sevmek
Sevinçlerim, hüzünlerim, umutlarım, korkularım, yalnız kalınca dertleştiğim yalnızlıklarım var benim...Kimsenin bilmediği gözyaşlarım, kimsenin şahit olmadığı vazgeçişlerim, herkes üzerime geldikçe sığındığım hayallerim, kendi kendime yenildiğim savaşlarım var benim.Defolup gitmek istediğim gerçekler, aklımı kemiren düşünceler, hesabını tutmadığım yıkılışlarım var benim.Olmayışlara saydırdığım küfürlerim, olmuşlara sevinemediğim öfkelerim, yarınlara intikam besleyen dünlerim var benim.Suskunluklarım, canımı yakan kırgınlıklarım ve bir karış toprağa gömemediğim vedalarım var benim...
Dokuz Oda Cinayetleri
Edebiyat ayrıntılardan oluşur, kimsenin görmediği parçaları kağıda döken kişidir yazar. Seçtiği ayrıntılarla kurduğu dünya o yazarın evrenini oluşturur. Bu hakikat, polisiye roman da çok daha fazla geçerlidir. Çünkü yazar, hakikati gizlemek zorundadır. O nedenle kadınların her zaman iyi polisiye romanlar yazacağını düşünmüşümdür. Ayrıntı okuma yeteneklerinin erkeklere göre daha gelişmiş olduğundan. Ayşe Erbulak bu düşüncemi doğrulayan polisiye yazarlarımızdan."Hafiye Karılar" başlığı altında çıkan "Çok Şekerli Ölüm", "Limoni Ölüm" ve "Ödüllü Ölüm” adlı eserleri buna iyi birer örnek oluşturuyor. Elinizdeki “Dokuz Oda Cinayetleri” de ayrıntılardan yola çıkarak kurulmuş eğlenceli bir polisiye roman. Polisiye meraklılarına farklı ve keyifli okumalar vaat ediyor.Deneyin seveceksiniz…- Ahmet Ümi...
Yarım Kalan
Mucizeler mi? İşte onlar he ansızın gelirler.İnsanı en son umutları terk eder...Şöyle bir bakarsın hayatına ve tam da bitti dediğin anda, her şey yeniden başlayıverir. İçinin karanlık dehlizlerinde yıllarca kapalı tuttuğun gün ışığı, birdenbire yeniden parlamaya başlar. Ufacık bir kıvılcım, mini minnacık bir ateş, bütün umutlarını tekrar yeşertmeye yetiverir. Sonra bütün gayretinle sarılırsın hayata... Kendine yeni uğraşılar bulursun, yeni sevmeler edinir ve oyunun kurallarını değiştirirsin. İşine dört elle sarılırsın mesela... Sonra aniden istediklerinin, gerçekten istediğin şey olmadığını fark edersin, doyuverirsin her şeye, denediğin bütün yollar bu kez sana huzursuzluk vermeye başlar. Pencerende bir boşluk açılır. Uğraşıların, sevmelerin, zevklerin, ilgi alanların ve değiştirmeye çalış...
Aşık Ölüyorum
Sen bu kitabı eline alana kadar ömrümden;kaç yalnız bahar, kaç demlik çay, kaç kupa kahve, kaç saman defteri, kaç ucu kesik kalem ve kaç ihtimal tükendi, bilmiyorum.Ama içimde bir parça umut kalmış, onu da bu sayfaların arasına saklıyorum.Galiba sana aşık ölüyorum...
İki Veda Bir Aşk
Önce bir melodi çarpar kulaklarına. Daha bir tek sözünü bile duymadan takılır kalırsın şarkıya. “Beni anlatıyor” dersin, şarkı değil acı çarpmıştır aslında kulaklarına. Soğuk yanığıdır, yalnızlığın nefesinden sana üflenen. İlk kelimesinde başlar sancın. “Sen” der, senin ağzından. Kendine ait her şeyini yüklediğin, ona doğru giden ilk kelimeyle başlar şarkın.Sadece bir şarkı yaklaştırır bazen iki ayrı ruhu birbirine. Gözlerde yanan alev olur şarkıyla çağrılan her duygu ve bazen hiç tanımadığın başka bir gözde aynı alevi gördüğünde başlar sevdan...Öykü ve Kemal’in aşk ile ölüm arasındaki ince çizgide seyreden tutku dolu, sıra dışı yolculuğunda bazen kaybolacak bazen de aslınızı bulacaksınız...
Bizim Küçük Sırrımız
Kalbi hızla ve aşkla çarpmış birinin, artık yorulmuş ve vazgeçmiş kalbinin yeniden çarpmaya başlamasının hikâyesini anlatacağım size. Öyle umutsuz, öyle vazgeçmiş, öyle körelmiş biri ki o, üstelik maziden gelen, tertemiz kalmış, hani anneannelerimizin evindeki kokular gibi. O yüzden dedim ki bu hikâyede Naftalin olsun onun adı. Bize aslında çocukken hiç sevmediğimiz ama büyüdüğümüz zaman kokusunu duyduğumuzda bütün çocukluğumuzu hatırlatan o koku gibi gelsin. Eğer derinden koklamak için eğilip uzunca solursanız içinizi yakar, gözlerinizi yaşartır. Hem kızarsınız bir taraftan hem de burnunuzun ucunda sonradan kalanı koklarsınız ara sıra. Kendinizi iyi hissettirir çünkü. Babaannemizin bembeyaz çarşafları gibidir onun derinden gelen kokusu...
Sıcak Ayaz
Ben sana ölümün kıyısında yaşama tutunmuş bir hayattan geliyorum.Son bahar yağmurunda sensiz ıslanacaksam, kahvemin yanında kahvesini yudumlayan sen olmayacaksan,kabustan korkarak uyandığımda sana sarılmayacaksam, beraber hayal kurup birlikte yaşamayacaksam beni sevdiğini söylemenin ne anlamı var ki? Madem bunları seninle yapamayacağım, daha fazla varlığına alıştırmadan git. Hiç olmazsa acıların tat versin bana. Nasıl olsa ben sevmekten vazgeçmeyeceğim. Bir gün olur da bunları benimle yaşamak istersen, ölüme terk ettiğin yerdeyim.
Erkek Dublajı
Zincirleme tesadüflerin bileşkesidir ömür. Hepimiz farkında olmadan başkalarının hayatını evlat edinmiş, başkalarının acılarını yaşıyor olabiliriz. Hepimiz kendi hikayelerimizin içinde başka insanların hikayelerini saklıyor da olabiliriz. Bazen bir film karesi, bazen bir kitapta geçen tek bir cümle ya da etrafımızdaki insanlardan herhangi birinin ağzından çıkan bir söz özetleyebilir bütün yaşamımızı. Sanki o an bizim hayatımızı seslendiriyordur o film, o kitap ya da o kişi.Dünya birbirinin kopyası kaderler üzerine kurulu bir düzene göre işlemektedir. Bizler benzer mutluluklara dahil oluruz, benzer acılara maruz kalırız. Kadınlar ya da erkekler... Cesaretin ve acının cinsiyeti yoktur. Adem ve Havva'dan bu yana, erkekler; bazen kadınların söylemeye cesaret edemediklerini söylerler açıkça, ye...
Roza
Hayat gailesinin Şanlıurfa’dan Hatay’a göç ettirdiği bir aile...Yanlarında götürdükleri birkaç parça eşyadan başka ihmal etmedikleri elbette ki ölüm töreleri...Ailenin büyük kızının aşiretinin onaylamadığı bir adama âşık olup onunla uzaklara kaçarak bir yuva kuruşu ve...Ölüm fermanını kendi elleriyle imzalayışı...Kurduğumuz ya da bize dayatılan o minicik varoluşumuzu korumak adına ülkemizin de dünyanın da gerçekleriyle yüzleşmekten kaçınıyor, burnumuzun dibinde gerçekleşen facialarla bile kendimizin yara alıp almadığı ölçeğinde ilgileniyor, eğer ortada ders alınması gereken bir durum varsa başkalarının alması gerektiğine inanıyor, kaçıyor, korkuyor, saklanıyoruz... Hamit İzol bu yüreksiz zümreye dahil değil elbette. O, ağzı kapatılan, üzerine kilit vurulan, aşağılanan, şiddete maruz kalan,...
Günaydın Gece
Birbirimizi ne zaman anlarız biliyor musun? Aynı hüznü sen de yaşadığında, senin de gecelerin acılarla çok uzun geçtiğinde, sözlerinin senin için yazıldığına inandığın duygusal bir şarkıya takılıp kaldığında, göğüs kafesine koca bir ağrı çöktüğünde, mutluluğun senin için gerçekleşmesi imkansızlaşan bir hayal olduğunu düşündüğünde… Etrafındaki onca kalabalığa rağmen, elini tutabilecek birinin olmadığı gerçeğiyle yüzleştiğinde… Birbirimizi en çok nasıl anlarız biliyor musun? Senin için çektiğim acıyı, bir başkası için çektiğinde…“Yanımda olmamandan daha kötü bir şey de var, O da, benim gibi yalnız olmayıp, başkasıyla olman…” diyor Mehmet Ali. Birinci kitabı Yalnızca Yalnızım'la büyük okur kitlesine ulaşan genç yazarımız, şimdi de yeni kitabıyla edebiyat dünyasına daha sağlam adımlarla giriyo...