
Lambousa Krallığı
Işıldayan Krallık, Lambousa Krallığı’nın kentsel öyküsü aynı zamanda halkın yükseliş ve çöküşündekiİç ve dış etkenleri de görmemize yardımcı olmaktadır.Bir dönemi, ünüyle aydınlatan Lambousa Krallığı, bölgenin devam eden tarihine rağmen, hâlâ bir simgesi durumundadır.Antropolojik olarak baktığımızda halkın, yaşanmakta olan döneme rağmen, kültürlü ve üretken olmak yanında, liderliklerin hırsları dışında bir sorunlarının olmadığı da görülmektedir.Ne tesadüftür ki,Liderlik hırsları Kıbrıs Adası’nın tüm tarihlerdeki kaderidir.

Yalnızlık Sek İçilir
Küskün değilim sana, kızgınlığım da geçti, ama kırgınlığım geçer mi bilmiyorum.Biz yalancı baharlara inanıp açan iki çiçeğiz, papatya mevsimine aldanıp, fallara kanmışız o kadar. Ne kadar kuru ayaz varsa hepsine dayanmış, hafif bir sonbahar rüzgârıyla solmuşuz.Şimdi faydası olmayan teselliler aldım yüreğime, bir adım sonra nereye gideceğim, onu bile bilmiyorum.Bildiğim tek şey, kelimelere dökemediğim duyguların efendisi olduğun.“Aşkı tanıdım, yaşadım ve yanıldım... Sen de oradaydın”

Kimi Terk Ettiysem Unutamadı
Aşk, sigara gibiydi... Ama erkeğinin içtiği sigarayı, hiçbir zaman dudaklarında hissedemedi yazık ki! Sadece dumanıyla yetinmiş, izmaritler basılmasına izin vermişti tüm vücuduna. Pasif içtiği aşkla verem olmuştu sonunda, fazladan bir izmarit daha basılacak yer kalmadığında. Güzeller güzeli Damla Öylesine özverili, öylesine almadan vermeyi erdem bilip, öylesine karşılıksız sevmişti ki, hep daha fazlasını istemişlerdi. Nasılsa hiç gitmeyeceğini düşünmüşlerdi. Ama sonunda her kadın, "kendinde kalmak" için gitmez miydi? Ve Mehmet Son ukdesiydi, yaban aşkların tırnak izleriyle eskiyip yenileyemediği bedeni. Biliyordu, bir gün dualarındaki kadının, el ayasıyla sevip aşındıracağını, zamanla kapatacağını vücudundaki tüm yaban çiziklerini. Birinin kimsesi yoktu, diğeri kalabalıktı. İkisi de çok ya...

Fondöten
Bir aşk bu kadar zor; bir ayrılık bu kadar kolay; seks bu kadar uzak; düşmanlık bu kadar yakın olmamıştı... Her şey karmakarışık... Tıpkı Zeynep’in kafası gibi... Her sayfada Vot- Port- Viş sarhoşluğu daha çok artacak ve aşk nefrete; düşmanlık dostluğa; arkadaşlık sekse; moda kabusa dönüşecek... Psikopat bir gelin, yakışıklı bir damat ve aşk şaşkını bir Zeynep... Yaklaşan bir düğün mü yoksa patlamaya hazır bir bomba mı!? Aşk, ihanet, sevgi, nefret, seks, moda, sanat, dedikodu... bir fondöten şişesinde birbirlerine karışmış bir şekilde, sıralarını bekliyorlar ama çok beklemeleri gerekmeyecek... her şey çok hızlı olup, bitiyor... Hayat moda, makyaj ve Vot-Port-Viş’den ibaret sanıyorlardı... Birdenbire aşk, nefret, ayrılık ve dünyanın en deli geliniyle en yakışıklı damadı girdi hayatlarına......

Yüzde Elli
İsmet İnönü, 5 Temmuz 1931’de TBMM Kürsüsü’nden şöyle sesleniyordu: "Bir ülkede namuslularda namussuzlar kadar cesur olmazsa o memleket batar." (...) "İnşallah bundan sonra halkın cebinden çalmaya niyetlenenler, durup bir defa daha düşünecek. Bir yerlerde, çaldığımı bilen, buna göz yummayacak cesur birileri var ve gelip yakama yapışabilir, alnıma damgayı çakabilir diye geçirecek içinden. Elbette ki bu korkular da onları durdurmayacak ama kim bilir?.." "Belki de halkın cesur çocukları, artık harekete geçme vaktinin geldiğini anlayacaklar." (...) Terörün kökenleri bazen ailenin içinde olabilir. Kaos ortamı hırsızı lider, yolsuzu makam sahibi yapabilir. Herkesin herkesi dolandırmaya çalıştığı bir ortamda, insanlar yanılabilir. Doğru ile yanlışın birbirine karıştığı bir ülkede, hiçbir şeyin si...

Vahşi Aşk Öyküleri (3 Kitap Takım)
Bu öyküleri ya kendim yaşadım ya da gözlerimle gördüm. İşadamlarının sıradan hayatını süren benim gibi birinin, bütün bu serüvenlere katılmış olmasına hayret edeceğinizi biliyorum. Yargıç, savcı, doktor, avukat, polis, fahişe veya mafya mesleklerinden olmadan, öykü kahramanlarımın özel hayat bilgilerine acaba nasıl el koyabildim? Macerayı sevdiğimden ve hayattan korkmadığımdan toplumun bu karanlık bölgelerinde olup bitenlere tanık oldum ve kanunlarla kuralların sınırında dolaşanlarla dostluk kurabildim. Bazen de gizli hayatların ve ölümün esrarını çözebildim. Siz de gözlerinizi yummaz ve kulaklarınızı tıkamazsanız, Vahşet’in, gizlenmeye hiç gerek duymadan, her tarafınızı sarmış olduğunu fark edersiniz. En lezzetli aşk, şehvet ve şefkat yemeklerinin bile şiddet ateşinde pişirildiğini, siz d...

Tuba ve Gecenin Anlamı
Düşlerimiz, rüyalarımızın örtüsüdür. Masallar biraz daha farklıdır. Dileklerimiz, beklentilerimiz, kendimize saklı hayallerimizin üzerine yayılan bir tüldür. Tül, gerçeği görmeye engel değildir. Ne düşlerimiz gibi bizi örter ne de dünyanın gerçekliğinin bize ulaşmasını engeller. Tuba, düşlerinden vazgeçmiştir. İçinde koşturan masalın yuvalandığı tek yer gecedir. Gece, Tuba’nın yaşamına boylu boyunca serdiği masal nedeniyle anlamlıdır. Roman, söz konusu bu anlam doğrultusunda durmaksızın akarken Tuba’nın yaşadıkları pek de masala benzemez. Yurttaşı olduğu ülkenin uzun yıllar boyunca değişen sancılı gerçeği Tuba’nın öyküsünü acımasızca böler."İnsan, en iyi haline gelene dek birkaç kez doğar; bin yıllık şaraplar gibi." Tuba da müzik gibi kimi şeylerin önceki yaşamına ait olduğunu düşünür. Her...

Suç Sarayı
Benimse, neden hiç ağlamadığım bir sırdır.Bu ne fevkalade felsefe?Hayatıma üzülmediğim için kim suçlu?-Sevim Burak-, Yanık Saraylar"Doğduğum yere sonraları yolum hiç düşmedi...Ama Anadolu bir ölünün yüzü gibi hiç çıkmıyor aklımdan. İçimde ezbere bildiğim o köşe, anlatılmayı bekliyor. Anadolu’nun ağzını bıçak açmıyor. Memleketin ortasındaki muazzam çukur: Anadolu."Mesut ve avukat Laçin Anadolulu. Bunun ne demek olduğunu, hangi acılara, göçlere, geleceksizlik ve sahipsizlik duygularına karşılık geldiğini en az bizim kadar iyi biliyor onlar. Memleketi sarsan bir hukuk davasının peşine düşmüş avukat Laçin’in serüvenini izlerken, Gönül Kıvılcım’ın cümleleriyle bozkırın, çocukluğumuzun, yaralarına henüz ilaç bulunmamış sancılı bir coğrafyanın içinden onlarla birlikte boydan boya geçiyoruz.

Babamın Emaneti
Zaman herkesten eşit çalmıyor hayatı, kiminden az alıyor kiminden çok. Herkes aynı büyümüyor ve herkes aynı yaşlanmıyor bu yüzden...“Babamın Emaneti” sahici ve içtenlikli bir ilk roman.Sağlam bir iç hesaplaşma...Tarihçi olmak idealiyle üniversite okumuş ancak babasının ona emanet ettiği pastaneye sahip çıkabilmek için kendini geçmişe hapsetmiş genç bir adamın aşk, intikam, oyunbozanlık, hainlik ve korkuyla yüzleşmesi, onu hazır olmadığı yeni bir hayata sürüklüyor.Geniş bir karanlık, dipsiz bir yalnızlık içindedir Poyraz. Geçmiş ona sıkıcı, baskıcı ve boğucu gelse de güvenlidir, çünkü tanıdıktır. Oysa gelecek öyle değil.Bir gün, çalıştığı pastaneye müşteri olarak gelen Rüya, Poyraz’ı giderek geçmişinden uzaklaştırır. Mizacına yapışmış çocuksu iyiliğini gittikçe kaybettiğinin farkında bile o...

Aşk Buralara Nah Uğrar
Tanrı unutmuş bizi, yüzümüze bakmıyor. Acı kayıp ilanımızı yazan gazeteler kesekâğıdı. Morg soğuğu gözlerine bakarak; dudağının kenarına değmiş bir öpüşe, bir vedaya ağıttır bu. Karantinada duygularımız, ölsek de dilimizden “seviyorum” çıkmayacak.Çok susarsak dil unutur... Kalp değil.

Noktasızdır Sevmek
Sevinçlerim, hüzünlerim, umutlarım, korkularım, yalnız kalınca dertleştiğim yalnızlıklarım var benim...Kimsenin bilmediği gözyaşlarım, kimsenin şahit olmadığı vazgeçişlerim, herkes üzerime geldikçe sığındığım hayallerim, kendi kendime yenildiğim savaşlarım var benim.Defolup gitmek istediğim gerçekler, aklımı kemiren düşünceler, hesabını tutmadığım yıkılışlarım var benim.Olmayışlara saydırdığım küfürlerim, olmuşlara sevinemediğim öfkelerim, yarınlara intikam besleyen dünlerim var benim.Suskunluklarım, canımı yakan kırgınlıklarım ve bir karış toprağa gömemediğim vedalarım var benim...

Dokuz Oda Cinayetleri
Edebiyat ayrıntılardan oluşur, kimsenin görmediği parçaları kağıda döken kişidir yazar. Seçtiği ayrıntılarla kurduğu dünya o yazarın evrenini oluşturur. Bu hakikat, polisiye roman da çok daha fazla geçerlidir. Çünkü yazar, hakikati gizlemek zorundadır. O nedenle kadınların her zaman iyi polisiye romanlar yazacağını düşünmüşümdür. Ayrıntı okuma yeteneklerinin erkeklere göre daha gelişmiş olduğundan. Ayşe Erbulak bu düşüncemi doğrulayan polisiye yazarlarımızdan."Hafiye Karılar" başlığı altında çıkan "Çok Şekerli Ölüm", "Limoni Ölüm" ve "Ödüllü Ölüm” adlı eserleri buna iyi birer örnek oluşturuyor. Elinizdeki “Dokuz Oda Cinayetleri” de ayrıntılardan yola çıkarak kurulmuş eğlenceli bir polisiye roman. Polisiye meraklılarına farklı ve keyifli okumalar vaat ediyor.Deneyin seveceksiniz…- Ahmet Ümi...

Yarım Kalan
Mucizeler mi? İşte onlar he ansızın gelirler.İnsanı en son umutları terk eder...Şöyle bir bakarsın hayatına ve tam da bitti dediğin anda, her şey yeniden başlayıverir. İçinin karanlık dehlizlerinde yıllarca kapalı tuttuğun gün ışığı, birdenbire yeniden parlamaya başlar. Ufacık bir kıvılcım, mini minnacık bir ateş, bütün umutlarını tekrar yeşertmeye yetiverir. Sonra bütün gayretinle sarılırsın hayata... Kendine yeni uğraşılar bulursun, yeni sevmeler edinir ve oyunun kurallarını değiştirirsin. İşine dört elle sarılırsın mesela... Sonra aniden istediklerinin, gerçekten istediğin şey olmadığını fark edersin, doyuverirsin her şeye, denediğin bütün yollar bu kez sana huzursuzluk vermeye başlar. Pencerende bir boşluk açılır. Uğraşıların, sevmelerin, zevklerin, ilgi alanların ve değiştirmeye çalış...

Başucu Yalnızlığım
Sizi kusurlarınızla kabul eden adamları sevin. Her şeyden çok saçlarınızı taramaktan huzur alan adamlarısevin. Size küçük bir çocuğun masumiyetiyle bakabilen adamları sevin.Üzerinize sinen kokusuyla dahi size sıcaklığı hissettirebilen adamları sevin. Gelişiyle geçmişinizdeki yaraları kapatıp acılarınızı unutturabilecek kadar güçlü adamları sevin.Avuç içlerinizden öptüğünde ruhunuza sahip olabilen adamları sevin. Rimeliniz gözyaşlarınıza bulaşıpyüzünüzü mahvedenleri değil. Daima gülüşüyle güven verebilen adamları sevin.anından ayrıldığınız an üşüyen adamları sevin.Siz iyisi mi, birlikte doğmamış çocuklarınızın hayalini kurmaya korkmadığınız adamları sevin.

Elveda Vatanım
Ergun Hiçyılmaz, Elveda Vatanım - Elveda Esir Kampları'nda, savaşlarda esir düşen askerlerin esir kamplarındaki hayatlarını okurlara aktarıyor. Özellikle Birinci Cihan Harbi'nde esir düşen Osmanlı askerlerinin Sibirya’dan çöllere, Hindistan’dan Birmanya’ya, Burma’dan Guyan’a kadar uzanan tarifi imkânsız hayatlarını, esaretin yaşattıklarını, hatıralara ve belgelere dayanarak anlatıyor.Yabancı dil ve sanat kursları, futbol karşılaşmaları, açlık, hastalık, sefalet, işkence, ihanet ve infazlar... Esir kamplarında hayatta kalmak için direnen ve umudunu yitirmeyen askerler ve orada sönen hayatlar...“Esir düşmüştüm artık, Allah’ım, ya Rabbim acı bizlere... Şimdi bir esirdim ve hürriyetim bitmişti. Ağlamak, yine ağlamak geliyordu içimden, ama ne fayda! Sanki ne vardı kurşunlayıp öldürselerdi, her ...

İki Veda Bir Aşk
Önce bir melodi çarpar kulaklarına. Daha bir tek sözünü bile duymadan takılır kalırsın şarkıya. “Beni anlatıyor” dersin, şarkı değil acı çarpmıştır aslında kulaklarına. Soğuk yanığıdır, yalnızlığın nefesinden sana üflenen. İlk kelimesinde başlar sancın. “Sen” der, senin ağzından. Kendine ait her şeyini yüklediğin, ona doğru giden ilk kelimeyle başlar şarkın.Sadece bir şarkı yaklaştırır bazen iki ayrı ruhu birbirine. Gözlerde yanan alev olur şarkıyla çağrılan her duygu ve bazen hiç tanımadığın başka bir gözde aynı alevi gördüğünde başlar sevdan...Öykü ve Kemal’in aşk ile ölüm arasındaki ince çizgide seyreden tutku dolu, sıra dışı yolculuğunda bazen kaybolacak bazen de aslınızı bulacaksınız...

Aşka Deva
Sana aşığım sanıyordum.Aşk diye bir şey yokmuş meğer!Ben içimde sevgi büyütmüşüm. Sen de o sırada karşıma çıkmışsın, seni çok sevmişim. Sana bağlanmışım. Sense sevgimi alıp benimle birlikte harcamışsın.Geri ver desem veremezsin. Harcadığın sevgim kadar sevemezsin.“Aşka Deva” en mutlu aşkın bile içinde barındırdığı, aslında tutkuyla bağlı olduğumuzu hiçbir zaman kendimize itiraf edemediğimiz o keşif duygunun romanı: Hüznün...

Erkek Dublajı
Zincirleme tesadüflerin bileşkesidir ömür. Hepimiz farkında olmadan başkalarının hayatını evlat edinmiş, başkalarının acılarını yaşıyor olabiliriz. Hepimiz kendi hikayelerimizin içinde başka insanların hikayelerini saklıyor da olabiliriz. Bazen bir film karesi, bazen bir kitapta geçen tek bir cümle ya da etrafımızdaki insanlardan herhangi birinin ağzından çıkan bir söz özetleyebilir bütün yaşamımızı. Sanki o an bizim hayatımızı seslendiriyordur o film, o kitap ya da o kişi.Dünya birbirinin kopyası kaderler üzerine kurulu bir düzene göre işlemektedir. Bizler benzer mutluluklara dahil oluruz, benzer acılara maruz kalırız. Kadınlar ya da erkekler... Cesaretin ve acının cinsiyeti yoktur. Adem ve Havva'dan bu yana, erkekler; bazen kadınların söylemeye cesaret edemediklerini söylerler açıkça, ye...

Bu Havalarda Dönme Bana
İlk göz ağrısı ayrıdır elbette.İlk acı kıymetlidir.Tanırsın, alışırsın, öğrenirsin.Asıl son göz ağrın başkadır.Bildiğin bir şeyi defalarca yaşıyor olmak yorar.Mutlu da eder aslında.Hâlâ bu kadar üzülüyor olduğuna sevinirsin."Hâlâ sevebiliyormuşum meğer" dersin.Yeri başkadır.Büyürsün, unutmazsın.İlk göz ağrını anarken gülümsersin de son göz ağrına gülümserken gözlerin dolar.

Ya Da Biz Masal Olsak
Dünyanın en şanslı kadını; hayatında, tıpkı hayran olduğu babasına benzeyen bir adam olan kadındır. Ve dünyanın en şanslı bir diğer kadını; olmayan babasının yerine koyabileceği kadar güvendiği ve sevildiği bir adama sahip olan kadındır.Ben ikinci şanslı gruptandım.Ve bir gün evlenirsem; kızının saçlarını okşarken ona kendi uydurduğu masalları anlatabileceğine emin olduğum bir adamla evlenmeye kararlıydım.Çünkü masalsız ve babasız büyümek çok zor...

Tadilat Günleri
Satmayan kitaplar yazıyor, izlenmeyen filmler izliyor, dinlenmeyen şarkılar dinliyorum ve değmeyen kadınlar seviyorum. Bu da benim kumarbaz doyumum...

Haddimden Bildiriyorum
Hoşçakal İnanmışlığım... Seni De Hiç EttilerÖnsözü hiç yazılmamış ikinci el kitapların paragraflarından geldim. Kusuruma bakma çok el değdi, çok okundum, çok yorgunum. Hüzün sofralarının en aç karnıydım, bir türlü doyamadım. Yine de öpeceksen hüznümden öp beni. Bir pencere gökyüzü sür yüzüme, kuş kanatlarında sağanak yağmur sakla, gülüşünle ov sızılarımı... Sana görülmemiş rüyalar adadım.Aşk Buralara Nah Uğrar’ın yazarından...