
Aynalı Tılsımlar Dükkanı
Tılsım; bir mucizeyi harekete geçirmektir. Kadere yeni bir akış kazandırmaktır. Şifayı başlatmaktır. Gerisi tamamen sana kalmış... Peki, nasıl yapılır tılsım? Binlerce ritüeli vardır... Belki binlercesi daha vardır bilinmeyen... Lakin bunların hiçbir önemi yok... İyi bir tılsım gücünü ritüellerinden almaz... Ritüel sadece rotadır. Mucizeyi başlatacak olan tılsımı yapabilmek için üç şeye ihtiyaç vardır. Niyet, inanç ve eylem... Bütün bunları etkili bir şekilde bir araya getirebilmek elbette sanatkârca bir incelik, bilgi ve deneyim gerektirir. Aynalı Tılsımlar Dükkânı, sokakta karşılaşmaları bile neredeyse imkânsız gibi görünen birbirine hiç benzemeyen beş kişiyi, Balat’ta bir mum dükkânında bir araya getiriyor. Her biri kişisel tarihinde görünmeyen gizli yaralar almış bu beş karakter, yaşam...

Sihirli Şeker Dükkanı
YENİAY VE DOLUNAYDA KAPALIYIZ. Tapınağın arkasında bir anda ortaya çıkan Alacakaranlık Çarşısı, bu dünya ile öteki dünya arasındaki boşlukta var olan gizemli bir mekândır. Burası, insanların dertleri ve kaygıları nedeniyle varlıkları dengesizleştiğinde onları içine çeker. Çarşının içinde, insanları karşılayan tek yer ise “Sihirli Şeker Dükkânı”dır. Dükkânın sahibi olan Kogetsu, tuhaf güçlere sahip şekerler satar ve her şekerin ardında yatan anlamı keşfetmelerini sağlar. Bu şekerleri satın alan müşterilerin hayatları yavaş yavaş değişir. Bu öyküler, okuyanlara acı ve tatlı bir yolculuk sunarken, insan ruhunun derinliklerinde saklı kalan duyguları okşuyor. Gönlünüze dokunacak bu hikayelerde, kendinizden bir parça bulacak ve Kogetsu’nun dünyasına adım atarken gerçek ile hayalin iç içe geçtiği...

Kayıp Kalp
Hayat, size bir şey anlatmak isterse belirli işaretler gönderir. Azra, hayatında kendini sıkışmış hisseden, ruhunun kanatları kırık ama neşeli genç bir kadındır. Lucas ise bağlanmayı sevmeyen, sahnelerde boy gösteren bir çellist ve işini tutkuyla icra eden bir mimardır. İkilinin yolları, havalimanında kaybolan bir valiz sebebiyle kesişir. Azra’nın satın aldığı valizin içinden çıkan gizemli notun sahibi, Lucas’ın yıllardır görmediği babasıdır. Azra, Lucas’ı bulmak için Paris’e gitmeye karar verir ve bu karar, hayatının dönüm noktası olur. İstanbul’dan başlayarak Paris’e uzanan bu yolculuk, sadece coğrafi değil, aynı zamanda duygusal bir keşif serüveni... Aile bağları sorgulanacak, vazgeçişler yaşanacak, ayrılığın derinlikleri keşfedilecek ve hayatın sunduğu seçimlerin zorluğuyla yüzleşilece...

Bana Mutluluktan Bahset
"Bir gün yanında olmamı istediğin ama bunun imkânsız olduğu bir zaman gelirse gözlerini sıkıca kapat ve elini yüreğine götür. Ben senin gözkapaklarının ardındaki karanlıkta, kalbinin çarpıntısında olacağım. Ne zaman bir vapura binsen saçlarının arasından geçen rüzgâr değil, parmaklarım olacak. Okuduğun kitabın bir satırında ya da dinlediğin bir şarkının müziğinde nefes almaya devam edeceğim. Yağmurlu bir günde omzunu öpen yağmur damlası olabilirim. Belki de koklamak için uzandığın bir çiçeğin yaprağından havalanan kelebek olacağım. Sen ne kadar hissetmek istersen ben o kadar var olmaya devam edeceğim... Yüreğinin perdelerini hiçbir zaman kapalı tutma. Aydınlığın içeri girmesine izin ver. Gülmek sana yakışıyor, yüzünü asma... Büyük zorluklara göğüs germiş insanların hakkıdır mutluluk. Anlat...

Sihirli Defter
Yazmak, düşe dalmak gibidir. Usta ile çırağın yolu kesişince, bu düş bir sihri kuşanır. Bir çırak... Yazının büyüsüne kapılmış, kelimelerin peşinde bir usta arayan genç bir yolcu. Bir usta... Sihirli bir deftere ruhunu üfleyen, yazının ilahi sırrını ararken kendi benliğini yitiren ve yeniden bulan bir bilge. Sihirli Defter, yazının sırlarını aralayan, düşüncenin ve sezginin yolculuğunda bir rehber niteliği taşıyan felsefi ve edebi bir anlatı. Usta ve çırak arasındaki diyaloglar aracılığıyla sizi yazma eylemi, okuma disiplini, düşünce derinliği ve ruhsal keşifler üzerine katman katman açılan bir düşünce evrenine davet ediyor. Kimi zaman bir rüyaya, kimi zaman bir metafora dönüşen bu anlatı; yazının ne olduğu kadar, insanın kim olduğu sorusuna da cevap arıyor. Erol Hızarcı’nın sade ama derin...

İzmir’de Son Gemi
Savaşın, üstüne gölge düşüremediği kardeşliğin ve aşkın romanı İzmir’de Son Gemi, resmi tarihin dışından seslenen ve tarih bilincine yaslanan bir roman. Suyun iki yakasındaki halkların, egemenlerin kurduğu tuzaklardan arındığında, kardeşçe ve içtenlikle nasıl kucaklaşabileceklerini, aynı kederde ve sevinçte bir bütün olabileceklerini son derece yalın ve lirik bir dille anlatıyor. İzmir’de Son Gemi’nin serüveni her şeye karşın hâlâ suyun iki yanında da sürmekte...

Açlık
Bir yandan yazar olma aşkıyla yanıp tutuşurken, öbür yandan açlık ve sefaletle boğuşan bir adamın duygulandırıcı öyküsü. Dünya edebiyatının en kıymetli isimlerinden Norveçli yazar Knut Hamsun’un bu romanında, kendini keşfetme yolunda ilerleyen genç bir adamın verdiği mücadelelere tanık oluyoruz. Varoluşsal savaşlar, içsel çelişkiler, yaratıcı ifade arzusu, hırs ve gurur, kitabın derinden ele aldığı konulardan yalnızca birkaçı. "İçime sığdıramadığım öfkem tetiklemişti bu yorgunluk nöbetini." "Batıyor, yalnızca batıyordum; belim, omuzlarım, dizlerim, her tarafımla beraber, kendi rezilliğimin içine doğru, bir daha yükselmemek üzere batıyordum." Açlık, bizleri insan psikolojisinin en derinlerine taşıyor...

Animal Farm
"All animals are created equal, but some animals are more equal than others." Overworking, mistreated and exploited animals start a revolution. They take control of the Manor’s farm with their motivating slogans. The farm animals request progress, justice, and equality. The struggle is real, the animals aim to achieve a completely democratic society based on the belief that "All Animals are Created Equal". Ironically, sooner than expected, the totalitarian rule is once again reestablished due to some animals’ mere nature. The book reflects events going back to the 1917 Russian Revolution and the Stalinist era of the Soviet Union. Since its publication, the work is named one of the greatest books of the 20th century, if not of all times. George Orwell’s classic satire perfectly illustrates ...

Gaf Ola Beri Gele
Söz her zaman uçmaz, bazen gider koca bir çamı devirir. Bir yaklaşıma göre: “Konuşmak, insanın en büyük cezalarındandır!” Hadi canım! E peki madem öyle, biz insanlar konuşma yeteneğimizle lanetlendik, dibini bulalım o zaman. “Gaf yapmak, pot kırmak” temalı öykülerde buluştuk bu sefer. Kimimiz yaptığı gaftan sonra başını önüne eğdi, kuyruğunu kıstırdı; kimimiz gayet pişkin bir şekilde sırıtmaya devam etti. Örnekleri her gün medyada, haberlerde, gazetelerde... Bazısı da bu kitapta.

İnsan Öğrenmek İçin Yaşar
“Thomas More, 1534 yılının mart ayında, kapatıldığı Londra Kulesi’nden büyük kızı Margaret’e şunları yazmıştı: ‘Hiç kimseye kötülük etmiyorum, hiç kimse için kötü söylemiyorum, kötü düşünmüyorum, herkesin iyiliğini istiyorum. Bir insanın yaşayabilmesi için bu yetmiyorsa, yemin ederim yaşamakta gözüm yok... Onun için Kral, şu benim zavallı bedenime canının istediğini yapsın. Keşke işine yarasa benim ölümüm.’” “Campanella, Güneş Ülkesi’ni hapishanede yazdı. Hint Okyanusu’nda bir ada devleti olan Güneş Ülkesi adaletsizlik, kötü yönetim ve büyücülük gibi olumsuzluklardan kaçan insanların oluşturduğu ideal bir toplumdur. Bilim ve felsefenin egemen olduğu ülkede kadınla erkek arasında hiçbir ayrım gözetilmez, her iki cinse de eşit haklar tanınır. Kölelik ve özel mülkiyet yoktur, her şey herkese ...

Gece Geçen Gemi
Bazen başımıza pat diye gelenleri, apansız öğrendiklerimize bölsek; bölüm hayret, kalan aşk. İstanbul, Atina, Kuzey Afrika. Dört benzemez karakter, dört benzemez aşk. Bir eliyle boğduğu için diğer eliyle helva dağıtanlar, sevdiğini yumuşak karnında saklayanlar, bir yere kök salamayınca kökünü kendi içine salanlar, kapıları içeriden kilitleyenler, yarasının üstüne beton dökenler, tüm hak edenlerin kurtuluşa kavuştuğunu sananlar, dümdüz ziyan olanlar, kendini yekten bilmeyen adamlar, namuslarını değil dengelerini korumak için yaşayan kadınlar, büyük bir gürültüyle birbirinden kopan kıtalar ve gerilla deniz kızları... Çünkü hiçbir şey uzun süre görmezden gelinen acılardan daha güçlü değil. Çünkü bütün cinayetler kazayla ve isteyerek işlenir. Pınar Eğilmez’in usta ve akıcı kaleminden şehirli i...

Bab-ül Aşk
Hayat önce ilim, sonra değişim, finalde de dönüşümdür. İlk iki adım her zaman geriye dönebilir ama son adımı attıysan geri dönüşün yoktur, tıpkı kelebeğe dönüşen tırtılın bir daha kozaya dönememesi gibi... Gizem yaşadığı travmadan sonra eve kapanmış, sosyal hayattan elini ayağını çekmiştir. Sürekli yaşamı ve ölümü sorgulamakta, soluk alıp vermek için bir amaç bulmaya çalışmaktadır. Tam o sırada garip rüyalar görmeye başlar. Yakın arkadaşı Elif ile gittiği Şebiarus töreninden sonra gördüğü rüyaların peşine takılan Gizem hiç bilmediği bir gizemler ve sırlar âlemine adım atar. Tek amacı kendini bilmek, bulmak ve kendini gerçekleştirmektir. Bu yolculukta bir dost yanında belirir ve elinden tutar. Artık kozasından çıkmak ve kanatlarını açmak zorundadır çünkü bu yoldan geriye dönüş yoktur. Gizem...

Kanlı Ceket
YOKSULLARIN ÇOCUKLUĞU YOKTUR. "Geçmişin zorlu çocukluk yollarından geçenlerin açtığı bambaşka bir yolda yürüyor yeni nesil artık. Talip Emiroğlu o güç patikaları en önden tırmanmış, yoksulluğun sert yüzüyle erken yaşta tanışmış bir eğitimci. Kendi deneyimlerini bu farklı öykülerle bize aktarırken ne şimdilerin kolaycılığına kaçıp yeni nesli suçluyor, ne de kendi geçmişini saklıyor. Her şeyi olduğu gibi, duru bir dille okurla paylaşıyor. Kuşaklar arası iletişim için edebiyatın köprüsünü kullanmayı seçerek mesleğinin avantajlarını dilimizin kıvraklığına ekliyor ve ortaya bu birbirinden farklı gözükse de aynı noktayı ustaca işaret eden sahici öyküler çıkıyor." --Gülşah Elikbank "Talip Emiroğlu öykü geleneğimizin çok sağlam bir yerinde duruyor. Geçmişe yapılan bir çeşit yolculuk... Sorgulamala...

Başka Bir Şey
Aklın gidiş biletini aldığı yerde kalp çoktan dönüş biletini ayırmıştır. Aslında her şey bir rüyayla başladı. Sahi rüyalara inanır mısınız? Ben inanmazdım. Ta ki aynı rüyayı birkaç kez görene kadar... Uyandığınız an ya da günün herhangi bir anında ne yaparsanız yapın rüyanızın tamamını hatırlayamayacaksınız. Her seferinde en fazla yarısı ya da küçük bir bölümü tamamlanmış bir hikâyeye bakar gibi bakacaksınız rüyalarınıza... Bir rüyanın peşinden koşmak kimilerine anlamsız gelebilir, bense bununla ilgilenmiyorum. Sadece kalbimin sesini dinlemek istiyorum çünkü kalbimi hafife almaktan, sezgiler

Bana İkimizi Anlat
"Yaşanması mümkünken yaşanmayan her aşk gün gelir bizden bunun hesabını sorar." Adamlık, bir kadını bir ömür sevmekten geçer. Kadınlık da kendini bir ömür sevecek adamın değerini bilmektir. Kimin için yaratıldığını bilmiyorsun elbette ama bu hikâyenin başrolü sensin. Aşkı senin, acısı senin. Kimse içinde kopan fırtınaları anlamaz, anlamak zorunda da değil zaten. İnsanlar hep konuşur çünkü hayat senin, tasası onlarındır. Her şeye rağmen bilmediğim bir hikâyenin başrolünü oynuyorum. Sonu nereye gider belli değil, seveceğim kaç şarkı kaldı bilmiyorum. Herkes gibi, her şeyden habersiz yaşıyorum. Ne zaman karşıma çıkarsın, hangi şarkıda ilk dansımızı ederiz hiçbir fikrim yok. Ayrıntılara takılmaya gerek yok belki de... Hikâyeme katıldığın gün sarılır konuşuruz bunları.

Kadın ve Kedi
Dört Kadın, Dört Kedi ve Dört Hayat Kaldırımın kenarında çaresizce yatmış, sağanak yağmurun altında yere düşen damlaları seyrediyordu... İçine sığındığı bu karton kutuya nasıl terk edildiğini bile bilmiyor, umursamaz kalabalığın ayak seslerini dinliyordu. Ta ki o kalabalıktan biri onu fark edene kadar...

Bisküvi
KAYBOLANLARIN, DÜNYAYA YABANCILAŞANLARIN, GÖRMEZDEN VE DUYMAZDAN GELİNENLERİN BAŞKAHRAMAN OLDUĞU BİR ROMAN. Bisküvi adı verilen karakterlerin görüldüklerinde, duyulduklarında nasıl yeniden hayata döndüğüne şahit olacaksınız. Özgüven ve özdeğer inşa etmenin değerinin altını nevi şahsına münhasır bir şekilde çizen bu eser, sadece kaybolmuş hissedenlerin değil, onların varlığına şahitlik eden kişilerin de neler yapabileceğini mizahi bir yolla anlatıyor.

Dedemin Fincanı
Geçmişin gölgesinde atılan çığlık, geleceğin enkazında yankılanır. Bazı hayatlar, doğdukları coğrafyanın kaderini sırtlanır. Yaşarken duyurulamayan sesler ölürken birer çığlığa dönüşür. Coğrafyanın kader olduğu yerde kederden kaçmak mümkün olmaz, isimler değişir ama hikâyeler asla... Kendi hayatlarını yaşamak isteyip ona ulaşamayanların hikâyesi bu. Ceyda sessizliğe mahkûm edilmiş bir genç kızdır. Düşlerini fısıldamaktan bile korkarak büyümüş, kendi hayatına dokunamadan başkalarının doğrularına boyun eğmiştir. Sevdiğini seçememiş, seçtiğiyle mutlu olamamıştır. Ayrılmak özgürlüğe açılan tek kapıdır ve o bir kez daha vazgeçer kendinden. Ama hayat Ceyda’ya ikinci bir şansı tanımaz. O gece otel odasında yer titrediğinde, duvarlar çöküp de karanlığı yuttuğunda geriye sadece yarım bir hikâye kal...

Tanık
“Ben TANIK. Olmuş bitmiş ve olup olacak her şeyin tanığı. Birlikte çok eğleneceğiz. Gösteri yeni başlıyor.” Eskort Rüya Nilay Kosova, müşterilerine “Aşk Simülasyonu” adlı hizmet paketleri sunarken, kendini çözülmemiş bir cinayetin ve annesinin giderken bıraktığı sırların ortasında bulacaktır. Kayıp bir kitap ve gizemli bir tanık, varoluşun anlamı peşinde savrulan Nilay’ı yaşam tapınağının en alt dehlizlerine indirecektir. Benim deneyimim benim devrimimdir! Gerisi hikâyedir. Pınar Eğilmez, okurlar tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan Uçan Tabut romanından sonra ve Gece Geçen Gemi romanından önce, Tanık ile bizi soluk soluğa okuyacağımız bir maceraya sürüklüyor.

Pinocchio
"A conscience is that still small voice that people won’t listen to." Did you know that in the original story of Pinocchio, set in Tuscany, Italy, Pinocchio ended up dying in a horrible way? Or that the ending was changed to make the book more suitable for children? Written by the Italian writer Carlo Collodi, Pinocchio is an adventurous and provoking fairy tale with moral values. In the story, Pinocchio begins life as a talking piece of pine that refuses to be a table’s leg. The poor carpenter Geppetto turns this pine into a mischievous puppet boy named Pinocchio. Pinocchio has only one dream, to become a real child. Nonetheless, his unbridled curiosity, deceit and selfishness put him in constant danger. Throughout the book, Pinocchio encounters many distracting obstacles preventing him f...

Fena Şeyler Mutlu Sonlar
FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU, KIYIDAKİLER ve KÖK filmlerinin senaristi olarak tanıdığımız CEYDA AŞAR’dan içten ve etkileyici bir roman… Güneyde bir sahil kasabası olan Fidanlı, bir hikâye avcısıydı. Bizden beklediği de buydu. Herkesin kötülüğünü ifşa ediyor, gölgeleriyle yüzleştiriyor, çarpıştırıyor, melek yüzlü âdemoğlundan cani mahlukat yaratıyordu. Buradaki herkes kusurluydu, az biraz tuhaftı ve kötülüklerle doluydu. Tüm hayatımız boyunca bu yolculuğa hazırlanmıştık, zamanın dışındaydık artık. Hafızanın bulanık ve berrak sularındaydık. Hiç acelemiz de yoktu. Bu kasabada, üç gün içinde, tüm ömrümüz boyunca ve bir anda olacaktı her şey. Fena şeyler, çok fena şeyler...

Sherlock Holmes - The Hound of The Baskervilles
“EVIL INDEED IS THE MAN WHO HAS NOT ONE WOMAN TO MOURN HIM.” The Hound of Baskervilles is a third of the four crime novels featuring detective Sherlock Holmes, written by Sir Arthur Conan Doyle. The book tells the story of a murder inspired by the legend of a terrifying, evil hound of a supernatural origin. No one with a compass of logic would typically take a story like this seriously, but now Sir Charles Baskerville is dead - and the footprints of an enormous hound have been found near his body. As Sherlock Holmes and his faithful friend, Dr. John Watson, continue to investigate, they will learn that nothing is as it seems... This book, which will make you hold your breath while reading, takes you to the strange world of crimes and murders that challenge the human mind while making you f...

Sherlock Holmes - The Sign Of The Four
"I NEVER MAKE EXCEPTIONS. AN EXCEPTION DISPROVES THE RULE." Ten years ago, Mary Morstan’s father went missing and every year after this incident, packages containing a precious pearl began to arrive. Sherlock and Watson’s help is needed to unravel the mystery behind those packages. The Sign of the Four is Sir Arthur Conan Doyle’s second Sherlock Holmes novel, published in the magazine as a story before turning into a book. The adventure stretching from India to London draws attention to Sherlock’s human characteristics at the forefront. As he always does, Doyle takes the readers’ breath away in this novel.

Selam Söyle O Günlere
"Minnettar ol her gelene kim gelirse gelsin. Çünkü bunların her birisi öte taraftan bir kılavuz olarak gönderildi." – Mevlana "Bir günde ne kadar şey kaybedebilirsiniz? Kariyeriniz, sağlığınız, servetiniz... Peki size bir günde ailenizi bile kaybedebilirsiniz desem ne derdiniz? İnanamazdınız değil mi? Ben de öyle ama hayat böylesi sadece filmlerde olur dediğimiz olayları bize yaşatıyormuş meğer... Ben annemi, kardeşimi ve babamı aynı gün kaybettim. Her şey bir günde, size anlatacağım o gecede oldu." Selam Söyle O Günlere 60’lı yıllardan bugüne uzanan varlıklı bir ailenin trajedilerle dolu güçlü ve dokunaklı bir anlatısı. Zeki Müren’li yemek masalarında başlayan ve dünyanın her köşesine uğrayarak görkemli anılarla örülen iki kardeşin büyüme hikâyesiyle kader, zenginlik, ölüm, kadın erkek il...