Hint Masalları
Hikaye anlatıcılığı, dünyanın hemen her yerinde insanın toprakla ilişkisinden doğdu. Hint Masallari, bizi alışık olduğumuz bu insan-toprak ilişkisinin biraz dışına çıkarıyor. Bu masallarda krallar, racalar, fakirler ve hırsızlar, önümüze kast sisteminin dayandırıldığı inanışları getiriyor. Büyüler, dualar, mucizeler, hileler, insanların ve hatta hayvanların bile, toprakla birleşteği değil, unvanlarla ayrıştıran bir kültüre gidiyoruz. Kültürün bu özelliği, Hindistan doğumlu masalları da diğerleriyle benzeştirilemez, özel bir kümeye alıyor.
Ermiş
Uzun yıllardır yaşadığı kentten artık ayrılmaya karar veren bir ermişin yolunu kesen yöre halkı ondan kendilerine hayat hakkında son bir nasihat vermesini, faziletin yolunu göstermesini isterler. Halkın bu isteğini geri çevirmeyen bilge, onlara ahlak, erdem, dostluk, hakikat, aşk, sevgi, doğruluk kısaca insanı insan yapan değerler hakkında uzunca bir söylev verir. Dinleyenlerin içselleştirdikleri anda hayatlarını değiştirecek denli derinlikli bu konuşma şimdiye dek yazılı tarihin en etkileyici yapıtlarından biri olan, Halil Cibran’ın belki de en büyük şaheseri ERMİŞ olarak karşımıza çıkacaktır...
Bi Hikaye
bihikâye, parçalanan bir adamın çok parçalı hikâyesini anlatıyor. Silvano Landi, yakın zamanda karısı tarafından terk edilmiş 50’li yaşlarında bir yazar. Kendi savaşının ve Birinci Dünya Savaşı’nı yaşayan büyükbabasının hikâyesi; gerçeklik ile sanrılar, karanlık ile aydınlık; farklı çizim teknikleriyle iç içe geçerek tek bir öyküye dönüşüyor. bihikâye, boşluğa düşüşün hikâyesi. Ve her seferinde geri dönüşün, tekrar yola çıkışın imkanı üzerine etkili bir anlatı. Usta çizer Gipi, dağılmış bir belleğin parçalarını bir araya topluyor. *** Gipi (Gian-Alfonso Pacinotti), 1963’de İtalya’nın Pisa kentinde doğdu. Kariyerine yayıncılık ve reklam sektöründe illüstrasyonlar yaparak başlayan Gipi, 30’lu yaşlarında illüstratif öyküler ve çizgi romanlar yapmaya başladı. Grafik ve hikaye anlatımındaki yet...
Ben Sabahattin Ali
Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan ve Kuyucaklı Yusuf romanlarının yazarı Sabahattin Ali’nin casusluk hikâyelerini aratmayan yaşamöyküsünü Ben Sabahattin Ali adlı kitabında eşsiz bir roman kurgusu içinde kaleme alan Osman Balcıgil, Sabahattin Ali’yi bu kez gençler için yazdı. Ela Gözlü Pars Celile, Yeşil Mürekkep ve İpek Sabahlık gibi çok satan biyografi romanlarının usta yazarı Osman Balcıgil’in gençler için uyarladığı Ben Sabahattin Ali, Sabahattin Ali’nin öğrencilik yılları, Almanya’ya gidişi, siyasi görüşü, özel yaşamı, askerlik dönemi, hapishane süreci ve istihbarat ajanları tarafından izlendiği günleri tüm açıklığıyla ve lezzetli bir üslupla anlatıyor...
Öbürküler
Öbürküler, gecenin olur olmaz saatlerinde uykuları kaçıran, basamakları gıcırdata gıcırdata tırmanan, tel dolapları karıştıran misafirlerin romanı. Mahir Ünsal Eriş, 57 Numero’da gerçekleşen ürkütücü olayları anlatırken, bizi Menderes’in makadam yollarda sarsıla sarsıla giden otobüsünden indirip, asfaltta yaylanan damalı Impala’ya bindiriyor. Hasan Dağı’nı solumuza aldırıp, Haydarpaşa’da denizin laciverdiyle tanıştırıyor. Öbürküler, bize 60’lı yılları, komşuluğu, darbeleri, göçleri, hevesleri, yolları; daha da çok, bir daha asla dönemeyen Ötekileri geri getiren, hem hüzünlü hem de gülümseten bir roman.
En Yakın Arkadaşım Bir Deli
Gözümü açıp tavana dikeli kaç dakika olmuştu bilmiyorum. Bir şey yapmam gerekiyordu. Tavana bakmayı kesmeliydim en azından. Yapacak bir şey bulamayıp paniklemeyeyim diye, tavana bakıyor olmaya sığınamazdım. Tavana bakmak bir iş olamazdı. Mesaisi belirsizdi. Maaşı yoktu. Kendimi daha fazla kandıramazdım. Gerçek bir iş yapmalıydım. Kalkıp evdeki çöpleri toplayıp poşetledim. Daha da ileri gidip çöpleri konteynıra atma kararı aldım. Sonra en olmayacak şey oldu. Dışarı çıktım. Yatarken giydiğim tişörtlerin yakası kesiktir. Şortlarım da delik. Seviyorum o hallerini. Öyle çıktım. Çöpü atarken elim pislendi. "Yürü" dedim. "Sakin ol. Nefes al." Bir anlamı olmalıydı. Hepsini alt alta koyduğumda bütün huzursuzluğun bir anlamı olmalıydı. Ya da huzur için anlamı bulmak zorundaydım. Ya da henüz hiçbiri ...
Kainat Evrensel ve Sanatsal Yaratıcılık
Ünlü bilim insanı Hubert Reeves’in yazdığı, Fransa’nın önemli çizgi romancılarından Daniel Casanave’nin çizdiği bilimsel bir çizgi roman. Hubert Reeves, insanın yaratıcılığı ile evrenin yaratılışına dair bildiklerimiz arasındaki paralellikleri açıklıyor. Basit kelimeleriyle, sanki sade mısralar kaleme alırmışçasına, okuyucuyu doğaüstü bir girdabın içine atıyor ve karmaşık sonsuzluğu anlamayı sağlıyor. Hubert Reeves, dünya çapında tanınan bir astrofizikçi. NASA’ya danışmanlık yapan ve Fransa Şeref Nişanı sahibi bir isim olarak, bilimin popülerleşmesinde çağımızın en büyük figürlerinden biri. Daniel Casanave ise çok sayıda kitaba imza atmış, önemli bir çizgi romancı. Şiirsel çizgileri, Hubert Reeves’in gösterişten uzak ve derin sözleriyle büyük bir uyum gösteriyor.
Eightball
Bu kitapta Ghost World’ün yaratıcısı Amerikan kültürünün içini dışına çıkartıyor. Ghost World’ün hem çizgi roman hem de film versiyonu Daniel Clowes’u bir dünya starı ve dünyanın en aranan çizeri yapmadan önce, Eightball zaten 90’ların hakkında en çok konuşulan çizgi romanıydı. Entertainment Weekly 1989’daki ilk yayınından itibaren kitabı "yılın düzenli olarak yayımlanan en iyi çizgi romanı" olarak nitelendirdi. Village Voice "mükemmel" yorumunda bulunurken Maus’un ünlü çizeri Art Spiegelman kitaba övgüler yağdırdı. Simpsons’ların yaratıcısı Matt Groening’in en sevdiği çizgi roman olduğunu söylersek ne demek istediğimiz anlaşılır herhalde. 20th Century Eightball, 1988 – 1996 yılları arasında yayımlanmış Eighball’un en iyi, en komik öykülerini içeren bir kitap. İçinde "Senden Gerçekten Nefr...
Portekiz
İçimde şiddetli bir sigara alma isteği vardı. İki yıldır ağzıma tek bir sigara koymamışken… Aslında bu festivale davetli olmaktan gerçekten memnundum. Gelmeyeli yirmi yılı geçmişti. Bu ülkeye bir yetişkin olarak attığım ilk adımlarımdı. Büyülenmiştim ve mutluydum. Bu ansızın gökten düşen tuhaf öfkenin ve ardından gelen tatlı melankolinin nereden çıktığını kendi kendime soruyordum. Hayatı griye dönen çizgi roman yazarı Simon Muchat, esin sıkıntısı çekmekle birlikte varlığının da anlamını yitirmiş gibidir. Birkaç günlüğüne Portekiz’e davet edildiği sırada karşısına hiç ummadığı şeyler çıkar; çocukluğundan kalma kokular, tatilden kalma kahkaha ezgileri, unutulmuş –belki de terk edilmiş– bir ailenin ışıltılı sıcaklığı... Peki ya Muchat’ların sırrı ne? Simon neden kendini hiçbir yere ait hissed...
18 Saat
Gözümüzle gördüğümüz her güzel şeyin arkasında mutlaka bir giz ya da acı saklıdır. Hesaplaşmak için yeterince uzun, değişmek içinse hayli kısa bir zaman... Birbirlerini hiç tanımayan, farklı hayatlardan gelmiş, farklı kültürlerde yetişmiş bir grup insanın ortak bir kaderde buluşmak zorunda kaldığında aslında birbirine ne kadar da benzeyen korkulara, sorunlara ve kaygılara sahip olduğuyla ilgili sert ama gerçekçi bir yüzleşmeye ayna tutuyor ON SEKİZ SAAT... Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşundan Gezi Parkı direnişine, Çorum olaylarından iki binli yılların Nişantaşı sokaklarına kadar geniş bir perspektiften yakın tarihe bakan; aşk, tutku, gerilim, erotizm ve direnç dolu bu hikâye, bol kahramanlı kurgusu sayesinde keyifli ve katmanlı bir okuma serüveni vaat ediyor. İnsan olmanın sancısı ile aydı...
İçimden Geçen Yolda
Bu kitabın yazılması bitmek üzereydi. İçinde yer alan yazılar, kitaba kendi adlarının verilmesi için sıkı bir kavgaya tutuştular. Babası Çalınan Bisikletçi diyordu ki, "Bu bir yol kitabı; benim adım yakışır!" Çağlayandan Düşen Sincap da diyordu ki, "Bu bir coğrafya kitabı; adı benim adım olmalı!" Kağa Delik söyleniyordu, "Bu kitap çok şiirsel, ben de bir şairi anlatıyorum. Adını benden alsın!" Gökkuşağının Ayakkabısı, hepsine tersleniyordu: "Bu rengârenk bir kitap, benim adımdan başkası yakışmaz!" Şemsiyemin Üstünde Uçan Martı ortaya atılarak dedi ki, "Biliyorsunuz, bu adam bu kitabı uçarak yazdı. Kitabın adını hak eden benim! Benim adım verilmeli!" Tam o sırada bir gürültü duyuldu ve Vecihi Hürkuş uçağıyla Apollo 11’in yanından hızla geçerek yazıların arasına daldı. Diğer ad adaylarının h...
Makam Odası - Linç
Yer paspasım verildi ama kovam yok Bu gece de bir döşeğim var ya artık bana gam yok Pijama yerine sırtımda linçte yırtılan fanila Göğsümde koca Atatürk var hâlâ başkasına karnım tok Barbaros Şansal’ın Kıbrıs’ta derdest edilip Atatürk Havalimanı apronunda aportta bekleyen güruh tarafından linç girişimine uğraması ve sonrasında Silivri Cezaevi’ne kapatılıp aylar sonraki beraatına dek geçen süreci kaleme aldığı "Makam Odası-LİNÇ" hiciv sanatında yepyeni bir çığır açacak anekdotları, aklınızın sınırlarını zorlayacak metaforları ve alegorik üslubuyla elinizden bırakamayacağınız bir Türkiye panoraması sunuyor...
Şehrin Sancısı
"İNSANLAR YALAN SÖYLEMEYİ SEVER. ÇÜNKÜ BEŞ PARA ETMEZ HAYATLARINDA DOĞRU DÜRÜST YAPABİLDİKLERİ TEK ŞEY BUDUR." Kendini dahi bulamayacak kadar kalabalık, kafasının içindeki seslere sağır kalacak kadar da gürültülüydü şehir. Çokça hayal kırıklığı, kavga ve tehlike doluydu. Çocukluğundan beri huysuz, uyumsuz ve yalnızdı. Ne sistemle barışabildi, ne geçmişi bağışladı, ne hayatın anlamsızlığına değer katabildi, ne de kendini sevebildi. Basit ve hayli sıradan bir insan olarak hayata devam edebilmek kolay değildi artık. Şehir sıradan olanı öğütüp kusuyordu dışarı. Pencerede bir çiçekle, mahalleden iki arkadaşla, maaşı düzgün bir işle, sıcacık bir çorbayla, ocağı tüten bir haneyle, sıradan ve görünmez olmak için daha fazla çabalamak gerekiyordu. Yanlış Giden Bir Şeyler Var, Coğrafya Kaderdir, Var ...
Ben Celile Nazım Hikmet İn Annesi
Ela Gözlü Pars Celile adlı romanıyla yüz binden fazla okurun beğenisini ve ilgisini kazanan yazar Osman Balcıgil’den gençler için eşsiz bir tarihi roman... Dünyaca ünlü şairimiz Nâzım Hikmet ile cezaevi günleri ve sürgünleri boyunca büyük desteğini gördüğü ressam annesi Celile’nin yaşamöyküsünü anlatan Ben Celile Nâzım Hikmet’in Annesi yalın dili ve sürükleyici kurgusuyla gençler için kaleme alındı. Nâzım Hikmet, 1902 yılında dünyaya geldiğinde Celile Hanım henüz 22 yaşındaydı. İlerleyen zamanlarda cezaevinde açlık grevine giden oğlunu kurtarmak için Celile Hanım’ın sokaklarda başlattığı imza kampanyasıyla yarattığı yankı, uzun yıllar zihinlerden silinmedi. Her sayfası duygu, tarih, azim, ilham, yetenek, inanç ve bilinç dolu Ben Celile Nâzım Hikmet’in Annesi elinizden bırakmak istemeyeceği...
Votka & Pera
"Kırmızı ışıkta sokak çocuklarının etten duvar ördüğü Chevy Impala gelinle damadı nereye götürüyordu bilmem; ama beni 87 yazına, çocukluğumun en kral günlerine götürmüştü. İnsan olmanın yükünü çekmediğim, gözlerimi Samantha Fox takvimiyle şenlendirdiğim, Erenköy Mürüvvet Apartmanı’ndaki güzel günlere... O zamanlar babam ölü değildi ve onun ölümünün ardından gerçekleşen felaketler zinciri hayatımı altüst etmemişti daha..." Bu hikâyedeki defolu mal benim. Ruhum ihraç fazlası tişört gibi delik deşik. Vazgeçtim... Pes ettim... Yaşamak için mantıklı bir sebebi olmalı insanın... Pera’nın aşkı yaşama sebebim olabilir miydi bilmiyorum ama kesinlikle denemeye değerdi... "Boğaziçi Köprüsü’nün korkuluklarında, kollarımı iki yana açıp kendimi boşluğa bırakmadan önce tepemde parıldayan güneşe bakıp gül...
Elimi Tut Yeter
Oğlum Fırat’ın beş yaşına varana kadar sorduğu sorular benim yaşamım boyunca karşılaştığım en zor sınavlar oldu. Biriyle bir kahvaltı sofrasında karşılaştım: "Yumurtalar neden uçmuyo’ baba?" Bir diğeri mutfak penceresinin önünden uçarak geçen kuşlar yüzünden soruldu: "Kargalar neden kara biliyo’ musun?" Başka bir Fırat sorusu, deniz kıyısında sulardan çıktı: "Damlalar birbirlerini nasıl tanıyo’lar baba?" En yutkunduruculardan biri, dalgaların salladığı Kadıköy-Eminönü vapurunda buldu beni: "Vapurlar batınca denizin canı acır mı, baba?" *** Halime gülüyorsunuz elbet, ama ben de şimdi sormam mı size: Bilin bakalım, bir çocuk sorularıyla babasını ne kadar uzağa götürebilir? Zor durumdaki bir baba yanıtları nerelerde arar? Bana düşen, tarihin, edebiyatın, şiirin, gerçeklerin ve düşlerin içine ...