Mecburiyetsiz
Bir gecede hayat değişir mi? Değişir! Kemoterapiler peş peşe geldi, çürük kokusu artık beni ve yatağımı geçip tüm evi sardı. Her şeyimi kaybettim; saçlarımı, kaşlarımı, tırnaklarımı ve hatta kirpiklerimi... En son ne zaman içtenlikle söylenmiş bir "Nasılsın?" sorusu duydunuz? Ben meğer duymuşum ama hiç gerçek bir cevap vermemişim. Çok yorgunmuşum ama durmasını hiç bilememişim. Toplantıyla, kıyafetle ve olmam gereken kişiyle o kadar ilgiliymişim ki kanser olduğumu anlamamış, nasılsa benim başıma gelmez sanmışım. Geldi ama... Hem de en ağır haliyle geldi. Otuz bir yaşındaydım. Oğlumsa iki buçuk... Evimize bir bomba düştü. Özel parfümü bile olan, bakım sırlarını başkalarına dağıttığım güzelim saçlarımı ve senelerce pilates stüdyolarında yarattığım bedenimi kaybettim. Her şey bitti sandım ama ...
Bakire Ölen Bir Anne - Anna Freud
"Hareketlerimize hükmeden şey, keşif ruhunun verdiği neşe ve canlılıktı." Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un altı çocuğunun arasından tahtını devredeceği tek vârisi olarak gördüğü kişiydi Anna Freud, öyle de oldu. Anna Freud, babasından devraldığı tacın hakkını sonuna kadar verdi. Hayatını babası Freud’a ve onun öğretilerine adadı. Psikanalizi ölümsüzleştirmeye adeta ant içmiş bu genç kadın Çocuk Psikanalizi ve Benlik Psikolojisi ekollerini geliştirdi, psikanalitik ilkelerin çocuk terapisine uygulanmasına öncülük etti. Hiç evlenmedi ama hem çok sevdi hem de çok sevildi. Hayat arkadaşı Dorothy ile beraber kurucusu olduğu okullar ve enstitüler sayesinde sayısız çocuğa ev verdi, onları korudu, her birine annelik yaptı. Psikanaliz dünyasındaki paha biçilemez katkılarına rağmen hep gölgede ...
Toprak Mehmet'e Susamışsa
"Yaş çoraplarımı çıkarttım. Çantamdaki bütün çoraplarımı teker teker giydim. En son da anamın çeyizinden çıkartıp verdiği, tiftik çorapları. Onların üstüne de, botlarımızın üstüne giymediğim buz gibi kar botlarını geçirdim. Şehit Üsteğmen Erdal Kurtoğlu’nun yadigârı incecik matı ve üzerine dikili paraşüt bezini açtım. İçine girdim. Battaniyeye sarındım. Başıma çektim. Kıvrılıp, başımı, ellerimi, dizlerimi, kollarımı karnıma topladım. Anamın karnındaki gibi. Ve ölüm olmayan, ama ölüme yakın olan bir âleme doğru, kendi yolculuğuma çıktım." Çatışmada kendisini vurmak için atılan mermiler karşısında benliğin verdiği tepki, aşılmaya muhtaç aşılamayacak bir dağ gibidir. Bu dürtü, kendini sakınmaya iter insanı. Oysa kendini korumak kadar, bir şeyler yapmak gerektiğini de emreder dağ. Bu anlara de...
Bir Psikopatın Peşinde
Hiçbir şey göründüğünden ibaret değildir. Gördüklerinizin ya da işittiklerinizin çok katmanlı başka anlamları da vardır. Vahşice katledilen genç kızın davası, memleket gündemini hayli karıştırınca, cinayet masası dedektifleri zaman kaybetmeden katilin peşine düşerler. Ancak dava öylesine şifrelerle doludur ki kimsenin işi kolay değildir. Parapsikoloji meselesinin enine boyuna masaya yatırıldığı bu gerilimli hikâyede, duyular dışı algı, sezgi, hissi kablelvuku gibi metafizik konular romanı bilimsel bir zemine de çekiyor ister istemez. Nörolog Dr. Sultan Tarlacı’nın kaleme aldığı Bir Psikopatın Peşinde 197 Gün her bölümde kendi içinde bir şifre barındıran farklı bir asal sayının gölgesine yerleştirilmiş olaylar örgüsüyle tam anlamıyla "kafa yakan" bir kurgu... Algıyla hakikat arasındaki bağı...
Canvermezler Tekkesi
"Evvela benim deli olmadığıma emin olmalısınız. Akıl sağlığım tamamen yerindedir. Hiçbir hastalığım yok ama ihtiyarım. Ah gücünü tüketmenin en üstünde olan bir ihtiyar, bütün ihtiyarların ihtiyarlığından daha fazla ihtiyar... Kaç yaşındayım? Seksen? Yüz? Yüz yirmi yaşında mıyım? Bunun aslını bilmiyorum. Bu husustaki hissimi aydınlatmaya yarayabilecek hiçbir şey yok. Ne yazılı bir vesika, ne hatıra, ne şahit! Çünkü ancak birkaç günden beri ihtiyarım." Selim Nüzhet Gerçek’in Claude Farrère’in La Maison Des Hommes Vivants eserinden uyarladığı bu eser, edebiyatımızın nereyse hiç anılmayan kayıp bir eseri. İleri gazetesinde tefrika edildikten sonra 1922 senesinde basılan Canvermezler Tekkesi, edebiyatımızda korku türünde yeni bir keşif. Bu eserin basımına değin bu olağandışılıkta ve bu kadar ne...
Açıkçası Canım Umurumda Değil
"Yıllardır yapılan her araştırma aynı şeyi doğruluyordu. Sonunu bilmek hikâyeyi güzelleştirir, zannedildiği gibi heyecanı öldürmez, aksine körükler. Bundandır ki bazılarımız kitabı okumaya başladığında en arka sayfaya kaçamak bir bakış atar. Elbette bile isteye hikâyenin tüm ayrıntılarıyla paylaşılmasından bahsetmiyoruz. Daha çok merak etmenizi sağlayacak Hansel ve Gretel kıtırlarından bahsediyoruz." İlk kitabı Zihin Koleksiyoncusu ile hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaşan Doç. Dr. Aslı Kotaman, ikinci kitabı Açıkçası Canım Umurumda Değil’de yine insan olma hallerimize odaklanıyor. Gitmeye ve kalmaya, ayrılıklara ve birlikteliklere, korkulara ve mutluluklara dair yazılara filmler, tablolar ve kitaplar eşlik ederken kendimizi ve toplumu anlamlandırmak için çizebileceğimiz yolların katman...
Bensiz Ayna
Sıra dışı bir büyülü gerçeklik romanı "Artemis ürkek hareketlerle geriye döndü. Kahroldu. Korktuğu başına gelmişti. Dev ayna evdeki eşyaları, balkon kapısını, pervazda duran beyaz orkideyi, siyah kadife perdeleri, özel tasarım yer lambasını gösterdiği gibi Aynacı’yı da göstermişti. Tek eksik yine kendisiydi." Bir gün evinin baş köşesinde duran aynada kendini göremezsen ne yaparsın?
Yeşilin Kızı Anne
Ateş kırmızısı saçları ve coşkulu tavırlarıyla Anne Shirley, yetimhaneden çıkıp da Green Gables’a adım attığı anda, buranın yıllardır hayalini kurduğu yuvası olacağından emindir. Ancak büyük umutlar ve hayallerle geldiği bu evde, Cuthbert’ların bekledikleri kişinin aslında kendisi olmadığını anlayınca bütün hayalleri yıkılır. Buraya ait olduğunu Green Gables ev halkına ve Avonlea kasabasına kanıtlamak için pek çok zorlu sınavdan geçmesi gerekecektir. Ancak bir türlü susmak bilmeyen ve adeta bir bela mıknatısı olan bu küçük kız, tüm tuhaflıklarına rağmen renkli hayal dünyası ve tertemiz kalbi ile yediden yetmişe herkesin kalbini kısa sürede kazanmayı ve orada kendine yepyeni bir dünya yaratmayı başaracaktır. Lucy Maud Montgomery’nin on dokuzuncu yüzyılda Kanada’daki kendi deneyimlerinden yo...
İlk Acı
Yatmadan Önce Yüz Fırça Darbesi adlı çok satan kitabın yazarı Melissa P’den "annelik" olgusu üzerine derinlikli, çok katmanlı ve sarsıcı bir roman... Kitabı 30 dilde 41 ülkede basılan, hatta bazı ülkelerde dağıtımı bile yasaklanan İtalyan yazar Melissa P, İlk Acı’yla birbirine hiç benzemeyen iki farklı kadının hikâyesini, güçlü ve ortak bir paydada, sağlam bir duygu örüntüsüyle birleştiriyor. Annelik! Uzun yıllardır annesiyle görüşmeyen, ancak kısa süre sonra anne olmaya hazırlanan Rosa, kendi annesinde deneyimlediği soğuk ve tutarsız annelik figüründen uzak olmanın katiyeti içinde, karnında taşıdığı bebeği sevgiyle beklerken; gelişmemiş vücudu, tamamlanmamış karakteriyle Agata da doğurmaktan pek emin olamadığı bir bebeği hayata getirmeye hazırlanıyordu. Rosa ve Agata’nın
O Sırada
...Biralar gelince Hasan’a diyorum ki: Hasan, BİRAYI BOĞAZINDAN, KADINI İSE BELİNDEN TUT; ASLA TERSİNİ YAPMA. "Vay" diyor, gülüyor, bir süre düşünüyor, sonra yeniden "vay" diyor. Biraz daha düşündükten sonra "çünkü birayı belinden tutarsan bira ısınır" diyor. Evet Hasan...
Güzel Şeyler Zaman Alır
Hayat, sevdiği insanı yaralarmış en çok... Sevdiğinin canını yakar, acıtır, kanatırmış... En çok kime güveniyorsa, onda bir yaranın izi kalırmış muhakkak. Unutma ki acı çok kıymetlidir bu yüzden. Ehlileştirir insanı... Uyandırır, büyütür, olgunlaştırır... İster ki hakkını verebilesin aldığın nefesin. İster ki koşsun artık şu ayakların. İster ki tuttuğunu koparsın o ellerin. İster ki insanca sevebilsin o kalbin... Haklısın... Bazen yolunda gitmez hiçbir şey. Bir yanın cehennem, diğer yanın uçurum görünür sana. Adım atmak cesaret, kalmaksa fedakârlık ister. Tam da uyanmak zamanıdır işte şimdi. Aç gözlerini. Hayat senden yanadır çünkü... Acıyla uyarmıştır seni, kendine koş, ulaş diye. Senden, yeni bir sen yaratmanın vaktid
Mutsuz Olan Cennete Gidemez
"Cennet, gidilecek bir yer değil, edinilebilecek bir bilinç durumudur" der Amerikalı yazar Stephen R. Covey. Cennete gitmek yerine, cenneti edinmeyi tercih etmek, insanlık açısından daha değerli bir devrimdir bu yüzden. Cennet bilincinin ne olduğunu bilmek, cennet bilincini edinebilmek için çok önemli... Bu kitap, bir yere varmayı değil, bir hale sahip olmayı nasıl başarabileceğimizin yol haritası... Hatta bir hipnoz... Kitap boyunca ritmik tekrarlar üzerine kurulu anlatım biçimi, okura cennet bilincini edinmesi yolunda zihinsel bir destek de sağlıyor. İyi-kötü, dost-düşman, kurban-fail, suçlu-suçsuz ikileminden arınmayan bir zihnin cennet bilincini edinmesi imkânsız... Kuvvetli bir yargılama becerisine sahip zihinlerin cenneti inşa edebilmesinin tek yolu, düşünce sisteminde köklü bir devr...
Çit
"Şiddet hem uygulayanı, hem maruz kalanı, hem de üzerinde çalışanı mahvediyor!" diyor ya gazeteci Leyla Pervizat. Doğruymuş! Ben de mahvoldum. Bu kitapta kaleme aldığım gerçek bir vakayı romanlaştırabilmek için yıllarca kendi etimle beslendiğim de doğru maalesef... Çok ağladım, çıkar yol bulabilmek için çok debelendim. Şu "namus" dedikleri şey nasıl bir şeymiş ki biri gelip çaldığında işin suçlusu namusu çalan değil de, namusu yitiren oluyor? Olayın kahramanlarını yazabilmek için her birinin ruhuna girmek gerekiyormuş gerçekliği olduğu haliyle aktarabilmek için... Yazarının tecavüze uğraması gerekiyormuş, üşümesi, yaralanması, morga kaldırılması, kaçması, karanlıkta kalması ve katiliyle evlenmesi... Kitap bittiğinde eğer sizin de kalbiniz sızlıyorsa, içinizden bir ses akıl hastalıklarının ...
Ben Kendimi Hiç Böyle Görmemiştim Senden Önce
"Coşku..." İşte tam anlamıyla buydu yaşanan... İçindeki fırtınayı başka türlü anlatamazdı kadın. Deli dalgaların sahile çarpıp gitmesi gibi... Coşku da tıpkı böyle vuruyordu yüreğine, her vuruşta ufak parçalara bölüyordu yüreğini ve birazını da giderken götürüyordu. Ama geriye kalan o yürek öylesine yaşam doluydu ki kopup gidenleri fark etmiyordu bile. Alışmıştı bu eksilmelere. Ölümün olduğu hayatta mucize yerleştiren ruhuma "Bir yolculuğa daha çıkalım" diyorsun. Yolculuk, yol, yolcu... Mecburi gidişler bunlar, engel olamazsın. "Benimle ilgili değil" dedi kadın yeniden, binlerce kez dediği gibi, kaderdi bu. Ama kabul edilebilir mi kolayca? Bir masaldır hayat; büyülü, şerbetli, zehirli tesadüflerle dolu... Tek yapman gereken ken
Katiline Aşık Bir Kadın - Bergen
"Kezzap bile bu kadını çirkinleştirememiş." – Sezen Aksu Kadına şiddetin acıklı bir simgesidir Bergen... Toplumun gözü önünde kendi ölümüne yürümüş, ailesini korumak uğruna kendini feda etmiş, korkusuz, cesur bir kadın... Yaşam savaşının tam ortasında yer almış, hayatın bütün zorluklarına rağmen umudunu yitirmeden şarkılara tutunmuş bir gazino yıldızı... Saplantılı bir aşkın pençesinde kıvranıp durmuş bir kraliçe... Arabeskin Kraliçesi hem de... Kocasının yüzüne attığı kezzapla bir gözünü yitiren ama güzelliğinden hiç ödün vermeyen bir ikon... Sanat hayatı ödüllerle dolup taşan Bergen, bir dönemin arabesk yasaklarını delmesiyle de müzik tarihine imza atmış, değerli simgelerden biridir. Yaşlanıncaya kadar şarkı söylemek istiyordu sadece. Bir de insan gibi sevilmek... Olmadı ama! Zalimce işl...
Kemik Çayı
"Gelmedin Ali Haydar. Kaç gün oldu görüşmeyeli, sarılmayalı, bakışmayalı, koklaşmayalı, titreşmeyeli. Aramadın, sormadın. Bak, bana neler ettik el ele verdik de. Önce söz kestik, ciğerime... Sonra kına yaktık, kalbime... İşte şimdi de nikâhımı kıydık, hayallerime... Annem renksiz. Teyzem muradına nail olmuşluğun sarhoşluğunda kasım kasım kasılıyor, sonunda oğlunu everdi. Osman mı? Bilmem. Hoş o da neler olduğunun farkında değil zavallı. Baş göz edildik nihayet. Hep birlikte, maaile, konu komşu, dost akraba, el ele verip Elif ’i katlettik!" Kum Gibi adlı romanıyla tanınan yazar Hatice Dökmen’in cesur ve yalın üslubuyla kaleme aldığı Kemik Çayı insan hikâyeleriyle dolu gerçekçi ve sarsıcı bir kitap... Daha çok kadının örselenmişliğine, sinmişliğine, sıkışmışlığına, tökezleyişine, örülen duva...
Doğu Masalları
Mezopotamya’dan başlayıp Hindistan’a dek uzanan; kuşların kanatlarında, süvarilerin sırtında diyar diyar gezen, kolektif bilinçdışının efsunlu bir eseri olan bu masallar, sade "Doğu"nun değil tüm dünyanın görkemli bir anlatısı. Doğu Masalları, zengin, karmaşık ve büyülü bir kültürel yapıyı binlerce yıl boyunca korumayı başarmış bir coğrafyada doğdu. Budizm, Hinduizm, İslam ve Zerdüştlük’ten; insanlığın en derin korkuları ile rengarenk arzularından ilhamını alan bu masallar, farklı inanç ve kültürlerin bin yıllar içinde nasıl iç içe geçtiğini ve ortaya özgün bir yaşayış çıkardığını gösteren eşsiz bir külliyat. Kimi zaman kahramanın yolculuğunun izinde, kimi zaman bu döngünün dışına taşan; kimi zaman erdemin peşinde, kimi zaman korkunun gölgesinde; kimi zaman kralların/kraliçelerin, kimi zam...
Çerçöp
Hem ‘çerçöp’ün hem de ‘çer’in çeşitli anlamları var sözlüklerde. Hem o anlamlara uygun bir kitap bu hem de ‘çer’e benim yakıştırdığım ya da öyle sandığım ‘yol’a. Öyleyse çerçi de yolcu oluyor. Ama eli boş gitmeyen yolcu. Haydar Ergülen Haydar Ergülen, Çerçöp’te okuru bir daktilonun, kâğıdın ya da artık bir çocukluk anısı olarak zihinlerimizde yer etmiş duvar halılarının dünyasına bir yolculuğa çıkarıyor. Mahalleye gelen ilk telefon, ilk Avrupa yolculuğu, ikinci olmaya ve uykuya övgü... Eskişehir’de geçen çocukluğuna, kimi zaman 80’lerdeki ODTÜ yıllarına ve günümüzün karantina deneyimlerine kadar tüm yazılar Ergülen’in şair diliyle birleşince bir oturuşta okumak isteyeceğiniz bir kitap çıkıyor ortaya.
Gecenin Kıyısından Gelen Suratsız ve Yaşlı Kuzgun - Edgar Allan Poe
"Hayal kuranlar, sadece geceleri düş görenlerin gözden kaçırdığı pek çok şeyi fark eder." Edgar Allan Poe yalnızca şiir, korku, polisiye, gotik, bilimkurgu gibi türleri değil bütün bir edebiyat mirasını etkiledi. Karanlık, tedirgin ve tekinsiz ruhlarımız bugün bile onun kelimeleriyle sarsılmaya devam ediyor. Çağlar, dönemler içinde algılar, sanatsal ve edebi zevkler değişti; hakikat bin kez bükülüp başka bir hakikate evrildi ama Poe, kendi zamanını da kendinden sonraki zamanları da aşarak edebiyat tarihinin en yüksek zirvelerindeki yerini korumayı sürdürdü. Poe’nun değerini ortaya çıkaran, insanların onu sonradan anlaması değildi; zamanın ruhu ve edebiyat tanrısı onun adını tarihe ve belleklere kazıdı. Kendisi de hikâyelerindeki tuhaf öngörüleri gibiydi: Vaktinden önce gönderilmişti.
Beyaz Karanlık
Senin veya evladının başına gelmez zannetme! Ağızlarından salyalar akan sırtlanlar gibi dolanıyorlar etrafımızda! Gözlerini bu gerçeğe asla kapatma! Aramızda kol geziyorlar bu işin ticaretini yapanlar. Tüm gayretleri, o ilk dozu vererek bizleri başlangıçtaki "o his" ile tanıştırmak... Gerisi zaten geliyor. Bağımlının parayı bulmak için her şeyi yapacağını da biliyorlar. Onların kazançları para, bizim kaybettiğimiz ise hayatlar. Sevgiyle büyütülen bir kızdı Deniz. Güzeldi, eğitimliydi ve ailesinin gözbebeğiydi. Çok iyi bir ailesi vardı. Sadece kapıldı. Önce duygusal zaaflarına sonra da maddeye yenildi. O güzel aile, birbirini seven insanlar bir hiç uğruna dağılıp yok oldular. Tıpkı o hiç uğruna dağılıp yok olan yüz binlercesi gibi... Peki, bu gidişata son verecek olan kim? Hep sırtlanlar mı...
Merhum Nasıl Bilirdi?
Doğan Ekinci öldü. Herkes gibi sakince gömülüp bu dünyadan ayrılmayı beklerdi ama hiç de öyle olmadı. Şimdi bir cenaze töreninde gördüğü yüzlerin kendisini son yolculuğuna uğurlamak için orada olduğunu biliyor ve geçmişin anıları bir bir zihnine doluyor. Yıllarca garsonluk yaptığı kafenin müdavimleri, bazıları "dostu" da olan mahalle sakinleri onun son anlarına yaraları, neşeleri, hayal kırıklıkları ve umutlarıyla konuk olurken anlattıkları okuru da hayata ve ölüme dair derin bir muhasebeye davet ediyor.
Ben Bir Dahiyim Ama Henüz İlk Senaryomu Yazmadım
Hepimizin hayranlıkla izlediği, adını sinema tarihine yazdırmış o filmlerin senaryoları nasıl yazıldı? Ödüllü senaristlerin doğru yaptığı neydi? Ya da gelin şöyle soralım; iyi senaryo yazmanın bir formülü var mı? Aslına bakarsanız evet bir "formül" var. Bu sihirli bir formül değil; çok çalışmayı, çok okumayı, çok izlemeyi, senaryonun yapısını en iyi şekilde çözmeyi gerektiriyor. İster kendi senaryonuzu yazmak için yola çıkmış olun, ister kendi halinde bir sinema âşığı, bu kitaptaki her detay size heyecan verici kapılar aralayacak. Turgut Yasalar, Ben Bir Dâhiyim Ama Henüz İlk Filmimi Çekmedim kitabıyla yönetmen koltuğundan sesleniyordu, bu kez de senarist kimliğiyle her seviyeden sinemaseverin keyifle okuyacağı bir kitapla karşımızda.
Baskın
Ben sizlere, nasıl attığımızı, nasıl hoplayıp zıpladığımızı, ne kadar kahraman olduğumuzu da anlatabilirdim bu kitabımda. Ama yanıltmış olurdum sizi. Dağdaki mücadele ya da dağdaki kahramanlıklar, adına çatışma denilen kısa bir zaman aralığına sıkışmış şeyler değildir çünkü. Askerin kahramanlıkları, mücadelenin fedakârlıklarına gizlenmiştir. Ve bu fedakârlıklar sadece çatışma aralıklarında değil, dağın bütün anlarındadır. Ne kadar güçlü, ne kadar dayanıklı, ne kadar atletik olduğumuzla da süsleyebilirdim sayfaları bir güzel. Ama bu değildir dağlarda yaşam. Güneydoğu’nun bir adımlık anlarında bile, yüz binlerce fedakârlık üretilir. Ve tüm anlattıklarım, anlatmadıklarımın yanında bir yudum bile değildir. Mücadele etmeyen, mücadele edenin halini bilmek zorundadır ama. En azından, bilmek istey...
Usta William
"Ne kadar aydınlatıcı bir kitap! Leinwand keskin zekâsı, özenli araştırması ve bilgili kararlılığıyla saygın yazarlarımızın Shakespeare’i nasıl ısrarla incelediklerini, kendi yazdıklarını nasıl şekillendirdiklerini irdeliyor. Usta William bize Shakespeare’le, yedi edebi ustayla ve kendimizle ilgili çok şey öğretiyor." -EDWARD HIRSCH, A Poet’s Glossary’nin yazarı Usta William, yedi ünlü yazarın (Virginia Woolf, John Keats, Charles Olson, John Berryman, Allen Ginsberg, Samuel Taylor Coleridge ve Ted Hughes) Shakespeare’in eserlerini okurken onunla nasıl boğuştuklarının araştırmasını yapıyor. Olağanüstü entelektüel ve duygusal karşılaşmaları gözler önüne seren kitap, yazarların derkenarlarını, mektuplarını, günlüklerini ve okurken aldıkları notları bir araya getiriyor. Zengin arşivsel bulgula...