Aşk O Kadar Aşk
Her şey böyleyken, hâlâ aramızda sevgi varken bitirmeliydik. Belki o zaman taze ve yıpranmamış olarak; sandık içlerinde, kitap aralarında saklayabilirdik aşkı... Zaten hep iki yüzü yok muydu gerçeğin? İnsanlar koydukları kurallarla benliklerini sınırlarken, anahtarı zaten kendilerinde olan hapishaneden kaçarak işlemiyorlar mıydı en büyük suçları? İçine konulan acının dozundaydı sır. Beynin bir oyunuydu ama yine de insana ait en özel duyguydu aşk... Kazanmalıydı… *** Zaten ne kadar hüzün ve imkânsızlık varsa, "Aşk O Kadar Aşk" değil miydi?
Uyku Kaçsa Rüya Kalsa
Normalin içinde dehşet var mıdır? Bana göre normal dehşet vericidir. Pınar Sönmez, normal görünenin saklı dehşetini arıyor. Çünkü dehşet biraz cennete benzer. Bu nedenle Pınar Sönmez'in öyküleri kanımca tetikte okunmalıdır. Faruk Duman
Bir Dilek Tut
HANDE: ----- Marks gibi konuşabilen ya da yazabilen tek bir erkek olsaydı dünyada… Boşa konuşan milyarlarca erkeğin varlığını affedebilirdi. Öteki kadınlar gibi hatta daha da bir can atarak evde beklerdi onu. Nerede isterse beklerdi. Otel odası, terminal, havaalanı... Marks kesinlikle bir tren garında buluşmak isterdi. O da daha dün aldığı Chanel çantasını kaptığı gibi giderdi oraya. NİLÜFER: --- --Hâkim beyler, aramayanlar sormayanlar için de bir adalet mekanizması işletmeliydi. Bu adamlar da cezalandırılmalıydı. Beklemek olmalıydı cezaları. Aramayanları bekleyen kadınlarınkinin on katı zorlu bir bekleme süreci olmalıydı. "Müebbet bekleme cezasıyla cezalandırmaya karar verdim dünyanın tüm bekletenlerini..." CEMİLE: -----Bana bayan demeyecek erkeklerin yaşadığı bir yer olsa dünyada! Yeralt...
Madanayuyu
0 YORUM YAZ Bir sabah uyandığında sesler, harfler ve sözler bambaşkaydı... Bir gün sizden başka herkesin hiç anlamadığınız bir dilde konuştuğunu, kimseyle iletişim kuramadığınızı düşünün. Çocukluğunuzdan itibaren öğrendiğiniz harflerin, rakamların yerini daha önce hiç görmediğiniz semboller almış. Duyduğunuz her ses kulağınıza yabancı. Dünyada yapayalnızsınız. Hayatınız boyunca kurduğunuz her şey bir bir çöküyor. İletişim kırılmasının derin kaosunun sembolik bir hikâyeyle anlatıldığı bu kitapla, bir aynanın karşısına geçip, kendinize tekrar bakmaya var mısınız?
Ölümün Ayakları Altında Aşk
Okyanusun İnsana hasret yerleri gibi... Onun Kusursuz mavi Gözlerine, bakarken al beni Ölüm... Tensel açlıkları içine çekip Kocaman kocaman olmuş... Diri diri göğüslere Yaslamışken Başımı. Yüzüme düşen Buğday sarısı saçlardan Çekerken içime kadın kokusunu... Al beni ölüm. Kalbimi saran Derin gülücüklerle Sindir beni içine.
Ölüm-dirim
Ruh ve beden, kendi döngüsel karşılıklarında yüz yüze geldi. Ve bu yüz yüzelikte birbirlerinin anlayışlarına dirilip, yenidenleşti. O anlayışlar ki; "ölüm ve dirim" bağıllığında varlığa belirip, ruh ve beden arasında sonsuz yokluklarına salındı. Şimdi insan, kafa kemikleriyle ördüğü bu düşünsel kodeste, ustaca gizliyordu o yalnızlıklar değerini! Aklın mahkûmiyetine tutunmuş olan dirayeti, "ölüm ve dirim" arasındaki kasılışlarına ancak ruhun direnciyle kenetlenebildi. Vücutsal değerlilik halini alan zihinsel teslimiyet, ölümü bu diyalektikte yaşamsal akıbet olarak belirledi. Fakat, biriktiren iç olarak boşalan dış, ölümü yaşamlar suretinde gizledi. Sizler için yaşam sorunsalı, ölümler zeminine örülmüş bir duvardı artık. Bir uyarı olarak: "Acıya sahip olanlar, güçlü nefesleriyle yıkıp geçti!...
Ölüm Deltası
Kızılırmak Deltası'nda da iki hafta içinde üç kişi esrarengiz bir şekilde ölür. Cinayet masası baş komiseri Çetin Akın, bu kaza sonucu ölümlere şüpheyle yaklaşır. Ve ölümlerin nedenlerini araştırmaya başlar. Ölümlerden, gazeteci arkadaşı Ahmet Kerim'i de haberdar ederek, ondan yardım ister. O sırada dünyanın başına gelecekler ve küresel ısınma konularında gazetesine seri yazılar hazırlamakla meşgul olan Ahmet Kerim, baş komisere yardımcı olmak için Samsun'a gider... Bu ölümler bir kaza mı, yoksa bir cinayet midir? Soruşturma derinleştikçe deltada başka kuşkulu ölümler de meydana gelir. Gazeteci ve baş komiser, çeşitli engellemelere rağmen, tüm zorlukları göğüsleyerek, yılmadan, kuşların ve kuş bilimcilerin dünyasına girerler; esrarengiz ölümlerin ve deltanın gizemini çözmeye çalışırlar... ...
Leonardo
Terk edilmişim ben. Ya siz? Mavi geniş boy bir valiz gibi terk edilmişim. Leonardo tam zamanında terk ettin beni. Camdan düşen ilk taştın sen, bacağa sürülen ilk yara kremi… Leonardo terk ederken dünyayı, ne olur terk etme beni. Lale Müldür, Leonardo ile modern bir Adem-Havva masalını, başka türlü bir galaksinin var olduğu iddiasını ve dünya üstündeki tüm kara aşkların feraha çıkma ihtimalini ortaya koyuyor. Benoît Hamet’in çizimleriyle, Lale Müldür’ün kelimeleri aynı kitapta buluşarak okuyanların ve görenlerin kalbine isabetli bir atışta bulunuyor.