
Brodeck Raporu - İkinci Kitap Meçhul
Sıradan Zaferler’in çizeri Manu Larcenet’den görkemli bir eser. Larcenet, günümüz Fransız edebiyatının önemli isimlerinden Philippe Claudel’in ödüllü romanıyla ilk kez bir uyarlamaya girişiyor. Ele aldığı hikayeye yeni, canlı, karanlık ve trajik bir ruh katıyor. Vahşi doğayı yücelten ve insanın acizliğine vurgu yapan bu eser, okuyucuyu ulu, şiddetli bir siyah-beyaz uçuruma sürüklüyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, Almanya sınırındaki küçük bir köyde bir yabancı infaz edilir. Köylüler, yazmayı bilen tek kişi olan Brodeck’ten olaya dair bir rapor yazmasını ister. Son derece merhametli bir adam olan Brodeck, gördüğü her şeyi birbiriyle ilişkilendirerek anlatmaya kararlıdır.

Ermiş
Uzun yıllardır yaşadığı kentten artık ayrılmaya karar veren bir ermişin yolunu kesen yöre halkı ondan kendilerine hayat hakkında son bir nasihat vermesini, faziletin yolunu göstermesini isterler. Halkın bu isteğini geri çevirmeyen bilge, onlara ahlak, erdem, dostluk, hakikat, aşk, sevgi, doğruluk kısaca insanı insan yapan değerler hakkında uzunca bir söylev verir. Dinleyenlerin içselleştirdikleri anda hayatlarını değiştirecek denli derinlikli bu konuşma şimdiye dek yazılı tarihin en etkileyici yapıtlarından biri olan, Halil Cibran’ın belki de en büyük şaheseri ERMİŞ olarak karşımıza çıkacaktır...

İlahi Fısıltı
En Derin Sırlar, En Eski Dualarda Gizlidir Bir dua, bir sır ve bir kadının hayatını değiştirecek o büyülü keşif... Ayşim, kaybolan geçmişini, kaybettiği ailesini ve belki de dünyayı yeniden yaratacak gücü bulabilecek mi? Yoksa bu yolculuk, onu bir başka boyutun içine çekip, çıkışı olmayan bir labirentte kaybolmasına mı yol açacak? Gizemler, şifreler, eski sırlar ve kudretli dualar... Ayşim’in dünyası, sırlarla dolu bir yolculukta şekilleniyor. Ancak bu yolculuk sadece onu değil, tüm insanlığı da içine alacak bir güç barındırıyor. Bir kadını kaybolmuş geçmişine, çözülmemiş bulmacaların içindeki sırra ve sonunda her şeyi değiştirecek bir keşfe doğru sürükleyen bu yolculuk, her satırıyla sizi derinden etkileyecek.

Yalnız Kalmak İçim Mükemmel Bir Gün
YAŞADIĞI HAYATI SORGULAYANLAR VE ANLAM ARAYANLAR İÇİN... Kendi benliğini keşfetmeye cesaretin var mı? Büyükşehirde, yalnızlık bir tercih midir, yoksa, kaçınılmaz bir durum mudur? Chizu, hayatının yönünü belirlemek için Tokyo’ya göçen genç bir kadındır. Kalacak yeri yoktur, aile dostu bir yaşlı kadının yanında geçici bir yuva bulur. Fakat bu ev, yalnızlığı, geçmişin izlerini ve ilişkilerin karmaşık yanlarını içinde barındıran bir dünya sunar ona. Bir yandan özgürlüğe adım atmak isterken diğer yandan başkalarıyla bir arada yaşamanın getirdiği zorlukları keşfeder. Yalnız Kalmak İçin Mükemmel Bir Gün, yalnızlığın farklı yüzlerini, sıradan günlerin içinde saklı duyguları ve şehir yaşamının bireyde bıraktığı izleri ele alıyor. Aoyama’nın naif ve şiirsel dili, okurları bir yalnızlık ve kendini ke...

Metal Fırtına 8
Kimsenin tahmin etmediği o faktör, kendini belli etmek üzere. Bir yanda akıllara zarar teknoloji bir yanda “uyanışı yaşayan” çırılçıplak insan…. Teknoloji insana, insan küresel yapılara karşı. Profesyonel ordularla sokaktaki adam karşı karşıya… Savaşların talihini değiştiren faktör nedir? En ileri silah teknolojisine sahip olmak, savaşı kazanmaya yeter mi? Türkler nasıl oluyor da direnebiliyor? Nihai darbe bu kez indirilebilecek mi? Kim, kime soğuk terler döktürüyor? İstanbul’u yakıp yıkan, Bozcaada’ya çıkarma yapanlar kimler? En önemli soru: Uyanışa geçenler kimler?

Unut Kuşu
Aklına gelir miydi, hiç aklına gelmeyeceğim?" -Alois Alzheimer Kentsel dönüşümde kent dönüştürüldü, mahallemiz, sokağımız, apartmanımız dönüştürüldü. Ağaçlarımız, çimlerimiz, bahçe duvarlarımız, martılarımız, serçelerimiz, kumrularımız, kargalarımız, kaldırımdaki ayrıkotumuz dönüştürüldü. Park yerimiz, balkonumuz, mutfaklarımız, dükkânlarımız, asfaltlarımız her şey ama her şey dönüştürüldü Süheyla. Hatta çocuklarımız bile dönüştürüldü dersem, bunak işte ne söylediğini bilmiyor deme sakın. Gerçekten çocuklarımız da dönüştü. Konuşamıyoruz. Teknoloji kurbanı hepsi. Ama beni dönüştüremediler biliyor musun? Bir ben dönmedim verdiğim sözden. Ama Kentligil Sitesi’ne döndüm. Akşamı sabaha dikerek seni bekliyorum, dönüşünü, gülüşünü… Yoksa ben de dönüştüm mü Süheyla? Yoksa dönüştüm de hatırlam...

Dönüş
Kendi yolunda ilerleyebilirler ve kendini yeniden var edebilenler için... Doğanın kendini tekrar ettiğini göremezsiniz. Mevsimlerde yaşadıklarımız tekrar değildir. Çünkü doğa, kendini yenilemeyi esas alır. Şimdiki mevsim, bir önceki mevsimin yenilenerek gelebilmesi için büyük mücadeleler verir. Onun yeniden var olabilmesini sağlayıp ona o muhteşem güzellikleri veren bir önceki mevsimdir. Kadın da doğa ana gibidir. Onun bugününü güzelleştirecek olan için mücadele eder ve sever... Yazık! Hep, bir sonraki mevsim için heyecanlanıp kendini tekrar edenlere çok yazık! Benliklerinin derinliklerindeki sevme arzularının yerini alan kibir, üstünlük, ötekileştirme ve sevgisizlik yüzünden, cinsel yalnızlıkların kuyusuna düşenlerin çırpınışlarını anlatan Dönüş, Türk edebiyatının yalın dilinin önemli örn...

Kalbimde Olan
Kalbimizde olan,Varlığımızı saran, Bizi biz yapan Aşk... İstinat duvarıdır alemin... -- ANJELİKA AKBAR

Kirlendik
"Kan davası yerine aşk davası olsa da, herkes birbirini öldüresiye sevse." – Özdemir Asaf * "Kirlendik be Mansur. Ne gülüşümüz çocukluk gülüşleri kadar sahici, ne biz, ne de eşimiz dostumuz maskesiz. Çocuk yüreklerimiz kirlendi farkında mısın?" Sahi ne zaman kirlendik tam olarak? Bu topraklarda yersiz yurtsuz ve aidiyetsiz hissedişimiz tam olarak nasıl başladı? Hangi ara kaybettik renklerimizi, sıkı sıkıya bağlı olduğumuz köklerimizden ne zaman koparıldık? Belki de kendimize hatırlatmamız gereken bir şeyler vardır. Ne dersiniz, hafızanızı tazelemeye hazır mısınız? Erdal Bila, hayatın tam ortasından seslendiği öykülerle birey ve toplumun kirli gerçeğini yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor. Satır aralarında ise farklı yaşamlar yeşertip büyütüyor. Aynı topraklara kök salmış biz insanoğulları ise...

Gölgesiz Rüyalar
Bir istanbul yaşantısıdır benim için şiir, üniversite yıllarında başlayan şiire yolculuğum dönem dönem duraksasa da iklim ve şartların müsait olduğu her duygu dünyasında başak vermeye devam etmiştir. Okul yolculuğumda Boğaz’ın sularında süzülen şehir hatları vapurlarında geçen günlerimin en derin hatırasıdır şiir. Kelimelere can ve duygu vermenin sanata dönen hali olan şiiri anlamak, yaşamın ruhuna dokunmak demektir. Şiiri salt duygusal bir çığlık olarak görmek onu edebiyatın dar duvarlarına sıkıştırmak olacaktır. Hayatı somut alanların şartlarında yaşamayı yeterli görmeyen özgür ruhların, kelimelere can veren ikliminde yaşamı resmetmesi olan şiir, benim için kelimelerin rengine sığındığım bir kaçış hikâyesidir. Kimi zaman coşkulu kalabalık içinde bir yalnızlık, kimi zaman yalnızlık içinde...

Ofistike Şeyler
İçinde kıvrandığımız bilinç krizi daha çok ofis milletini ilgilendiriyor. Çıkarlarını en iyi savunacağını düşüneceğiniz, sözde bireyselleşmede en önde gidenlerimiz, en eğitimli gibi duranlarımız, en çok eğleniyor gibi görünenlerimiz onlar... Ama göründüğü gibi değil. Türk gazetecilik ve televizyonculuğunun başarılı ismi Aysun Öz sanattan, edebiyattan, bilimden, Türkiye’yi Türkiye yapanlar ve dünyaca ünlü isimlerle yaptığı sohbetlerden de faydalanarak oluşturduğu bu kitabında, hepimizin karşı karşıya olduğu anlatılması güç durumları kendi tecrübeleri ve gözlemlerinin filtresinden geçirerek ustalıkla bize sunuyor. Bu kitapta "umutlu şeyler" de var, "güzel şeyler" de. "Lüks şeyler" de var, "şansın matematiği" de. "Nadir şeyler" de var, "ender tüyler" de. "Dijital şeyler" de var, "erkekçe ve k...

Tao'nun Gözyaşları
"Geçmişiyle hesaplaşıp, geleceğe doğru yol almaya çalışan, bilinçaltının kapılarını aralayıp, kendini sürekli sorgulayan ve yaşadığı enteresan bir olayla aynadaki suretinin ötesini görmeye başlayan bir farenin, Tao’nun öyküsüne eşlik etmeye hazır mısınız?" "Masumiyetini yitiren bir canlı için dünya da artık masumiyetini yitirmiş başka bir yerdir. İyi bir duygunun, düşüncenin, inanışın varlığını devam ettirebilmesinin yegâne yolu, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen hâlâ sizin içinizde onu taşıyor olmanızdır. Şayet gün gelir de diğer canlılara karşı bu duygularınızın kalmadığını, onlara güveninizi, inancınızı yitirdiğinizi fark ederseniz, öncelikli olarak yapmanız gereken kendi içinize bakmaktır. Bunu anlamakta gecikmiş olsam da emin olarak söyleyebilirim ki, siz neyseniz, siz kimseniz, dün...

Ölümden Beter, La Vie
Adaletin olmadığı yerde tek kanun intikamdır. "Haluk yoğun bakım odasına girince gözlerine inanamadı, istem dışı elleriyle burnunu ve gözlerini tuttu. Bir anda gözünden yaşlar boşandı. Sanki bir boksör, Hayat’ı kum torbası niyetine kullanmıştı. Gözleri ve yüzü o kadar şişmişti ki koca bir balonu andırıyordu. Bacakları alçıdaydı, halat benzeri şeylerle havada sabitlenmişti. Kimseye zararı olmayan, hani derler ya karıncayı bile incitmeyen Hayat’ın başına bunlar nasıl gelmişti? Gerçekten söyledikleri doğru olabilir miydi? Hayat’ı bu hale bir polis getirmiş olabilir miydi? Eğer öyleyse tabii ki mahkemede cezasını çekmeliydi. Ama beklediği gibi olmadı..." Büyük keşfini dünyaya duyurduğu gün eşi Hayat’ı polis şiddetine kurban veren ünlü doktor Haluk Toköz, o gün kendine bir söz verdi: Sonuna kad...

Mecburiyetsiz
Bir gecede hayat değişir mi? Değişir! Kemoterapiler peş peşe geldi, çürük kokusu artık beni ve yatağımı geçip tüm evi sardı. Her şeyimi kaybettim; saçlarımı, kaşlarımı, tırnaklarımı ve hatta kirpiklerimi... En son ne zaman içtenlikle söylenmiş bir "Nasılsın?" sorusu duydunuz? Ben meğer duymuşum ama hiç gerçek bir cevap vermemişim. Çok yorgunmuşum ama durmasını hiç bilememişim. Toplantıyla, kıyafetle ve olmam gereken kişiyle o kadar ilgiliymişim ki kanser olduğumu anlamamış, nasılsa benim başıma gelmez sanmışım. Geldi ama... Hem de en ağır haliyle geldi. Otuz bir yaşındaydım. Oğlumsa iki buçuk... Evimize bir bomba düştü. Özel parfümü bile olan, bakım sırlarını başkalarına dağıttığım güzelim saçlarımı ve senelerce pilates stüdyolarında yarattığım bedenimi kaybettim. Her şey bitti sandım ama ...

İstanbul'un Karanlığı'nda
Zeynep Çolakoğlu ve Orkide Ünsür’den İstanbul’un karanlığında geçen, şehrin akıl almaz sırlarına doğru yol alan gotik öyküler sizi İstanbul’un hiç bilmediğiniz gizemlerine uzanan bir yolculuğa çıkaracak. İstanbul’un Karanlığında psikolojik gerilim, gotik, fantastik ve gizem türlerinin iç içe geçtiği altı öyküyü bir araya getiriyor.Lamia - Kan Bağı kitabıyla büyük bir okur kitlesine ulaşan Orkide Ünsür ve Mina, Büyülü Sözlük kitaplarıyla gotik ve heavy metal’in derin sularına dalan Zeynep Çolakoğlu bu kez İstanbul’un karanlık sularına, zaman ve mekânı aşan öykülerle dalıyor. Huzursuz hayaletler, gizemli heykeller, garip komşular, çözülmesi gereken sırlar hepsi bu altı öyküde bir araya gelerek okuru varlığından haberdar bile olmadığı dünyalara bir gezintiye çıkarıyor. Korku ve gerilim türler...

Deli Çocuğun Güncesi
"Bazen insanlar kadar paragraflar da anlamsızlaşır. Hiçbir sözcük seni anlamaz, anlatamaz, yazdıramaz. Çaresiz bırakırlar seni, suskunluğa terk edersin kendini. Sonra biraz daha acı çekersin, hüzün çuvalına eklersin bir şeyler, tekrar yazmaya kalkarsın ve sonra fazlasıyla yazarsın.’’ "Büyümemde, delirmemde, yalnızlığımda emeği geçen herkesin gözlerinden öperim"

Defolu Kelimeler
BİZLER, AYNI ACILARI PAYLAŞAN YABANCILARIZ. ÖLÜMÜN MUTLAK GERÇEK OLDUĞU BU DÜNYADA, HİÇBİR ŞEY KALICI DEĞİLDİR. TUTUNACAK DAL BİLE! Birkaç şiir yazdım geçen gün. Sonra yırtıp attım. Fazlalıkları da bir kitabın arasına sıkıştırdım. Şimdi daha iyi anladım. Yırtıp attıklarım, fazlalıklarımdan farksızmış. Çok şey yazmıştım, bir kitabın arasında saklanacağını bilmeden. Çok şey yaşamıştım, kelimelerin defolu olduğunu bilmeden. Sevgili okur: Kimi insanlar vardır, tutunacak dal aramıştır. Kimi insanlar vardır, tutunacak dala sahip olamamıştır. Ve kimi insanlar vardır, tutunacak dala tutunmuş ancak ait olamamıştır. Afiyet olsun.

Uçan Tabut
“Sessiz ol. Çok sessiz. Dikkatle kendi içine bak. Kendi kendini aşağı çekmekten, engellemekten, yormaktan beslendiğini göreceksin. Şaşıracaksın. Şaşır. Bu iyidir.” New York’tan yurda getirilen bir cenazenin ekseninde gelişen olaylarda, bir diğerinin hayatını bilmeden bir meteor çarpmışçasına etkileyen bir dizi insanın hikâyesi Uçan Tabut. Birbirine dokundukça uyanan, uyandıkça birbirine dokunan insanların hikâyesi.

En Güzel Dünlerim
Sevda hem teslim olmak hem de teslim almaktır... Ne teslim aldığını inciteceksin ne de incineceğin ele teslim olacaksın. Çünkü gerçek sevgilerin iyileştirmek gibi bir meziyeti var. Bir taşı bile kalpten seversen filiz verir, en verimli toprakları bile nefret çöle çevirir. Bu yüzden o muhteşem duygular doğru insanlara verilmeli arkadaşım. Yeri geliyor sevgi bile israf ediliyor. En güzel zamanların bir şeylerin yokluğuna alışmaya çalışmakla geçiveriyor. Mutluluktan zamanın durmasını istemen gerekirken her şeyin son bulması için zamanın hızlıca geçmesini diliyorsun. Birbirine iyi gelmeyen insanlar birbirine eziyet olur. Bu yüzden yüreğine deva olana ömrünü feda etmeli insan. Çünkü ehlinin eline geçmeyen her şey düşmanın eline geçmiş gibidir. Ya talan edilir ya da ziyan...

Metal Fırtına 4
Bu maceranın sonu gelmez! Nefes nefese, kana kan, dişe diş mücadele, bütün şiddetiyle devam ediyor: Metal Fırtına 4 Gizli Güç Tuzağa düşürülen Gri Takım’ın hangi üyeleri kurtuldu? Dünyaya diz çöktürmeye yeminli Elan Rahu, Gri Takım’ı bu kez ortadan kaldırabilecek mi? Gizli silahlar kılıflarından çıkıyor mu? Türkiye’nin “gizli gücü” harekete geçiyor mu? “Metal Fırtına” operasyonu kahramanları Gökhan ve Mert ne yapacak?

Metal Fırtına 6
Gerçeklik paramparça oluyor! Doğru bilinen yanlış, yanlış bilinen doğru… Kahraman sanılan casuslar, casus sanılan isimsiz kahramanlar… Artık sadece cephede silahlar değil, küresel düzeyde stratejiler çarpışıyor. Türklerin Anadolu’daki varlığına kastedenlerin yok edilme zamanı geldi mi? Ölümcül sırra ulaşması gereken sadece Gökhan ve Mert mi? Bu sırrı kim, neden gizledi? Zihnin kalıplarını parçalamadan o sırra ulaşabilmek mümkün mü? Türkler bu kez tamamen yenilecek ve yok edilecek mi? En önemli soru: Dünyayı gerçekte kim yönetiyor?

Dünyanın Kaderine Atılan Zar
HERKES ZAR ATABİLİR AMA SÖZ KONUSU İKİ SÜPER GÜCÜN BAŞKANIYSA BU TÜM DÜNYAYI ETKİLER. Tarihteki birçok savaş, akıl almaz sebeplerle ya da sebepsiz yere başlamıştır. Büyük liderlerin barış vaatleri, sevgi nidaları, kahramanlık gösterileri çoğu zaman kişisel hırslar yüzünden yerini büyük çatışmalara bırakmıştır. Sıradan olayların yol açtığı bu yıkımlar, genellikle trajedilerin de gerçek kaynağı olmuştur. Yazar Erdal Demirkıran, basit nedenlerle çıkan zor savaşları geçmişten örnekler vererek anlatıyor. Savaşın yıkıcı etkilerinden ve milyonlarca insanın hayatını altüst eden benmerkezci kararlardan bahsediyor. Bu yıkıcı mücadelelerin esasen siyasi güçlerin ve liderlerin kirli birer oyunu olduğunu vurguluyor. Başrolde bu kez bir nanoteknoloji firması ve bir sanayi devi var. Trajediyi, hırsları v...

Sessiz Haykırış
“YÜREKTE BIRAKILAN İZLER KADAR VARIZ...” Kalem benim kalemim olsa da eser sizin eseriniz. Türevlerinin aksine hiçbir kurgu ya da yaşantıya yer verilmedi bu kitapta. Parmak izi misali acıların da kişiye özel olduğuna inananlardanım ben. Kaybedişler, ihanetler, vefasızlıklar da bu izler gibidir. Okurken “Acaba yazarla bir yerden tanışıyor muyuz?” diyeceğiniz, ömrünüzün arka penceresinden anlatır gibi bir içtenlikle size sunulan bir yürek var elinizde. İster bir roman deyin türüne isterseniz de bir yürek otobiyografisi. Yazar Onur Soğum bu ilk kitabında, asıl sevginin insanın kendi içindeki sevgiyi bulma yolculuğu olduğunu anlatırken, bu yolda acı çekmeden de sevgiye varılamayacağını sarsıcı bir dille anlatıyor. Sessiz Haykırış, yaşadığımız çağda ayakta kalabilmek adına tek kalesi olan insani...

Kırk Dokuz
Geçmişin kırık aynalarından inanması güç hikâyeler yansıyor bugüne. Zeynep Yavuz, gerçek bir hikâyeden esinlenerek; bir dönemin toplumsal hafızaya kazınan olaylarını gözler önüne sererken, gerdek gecelerinde ayrılmak zorunda kalan Mahperi ve Alaz ile buluşturuyor okurlarını. Aşkı yıllarca ilmek ilmek ruhuna işleyen bir Anadolu kadınının kırk dokuz yıl umudunu yitirmeden, inancını kaybetmeden bekleyişini bir solukta okuyacaksınız. Alaz sessizce arkadan takip etmiş, izliyordu sevdiğini. Kadın kaskatı kesilmiş ruhsuzca yürüyordu. "Gel baştan yazalım bu aşkın kaderini" diyemeyecek kadar gecikmişti. Yaşadığı bu acı, çocukluk sevdası gibi usul usul kanatıyordu yüreğini. Bir yumruk vurdu tam da kalbinin üzerine. Kızdı ve "Kendine gel!" diye bağırdı içinden defalarca. Sessizce yere oturan sevdiği ...