
Sultanla Son Dans
VATANSIZ OLMAK İNSANI YARALAR! HER ZAMAN BİR YERİN EKSİK KALIR, KENDİNİ HİÇBİR YERE AİT HİSSEDEMEZSİN. İkinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken, New York’taki kardeşinin yanına giden üniversite öğrencisi Sofia Moretti, orada ilk görüşte aşkının tutsağı haline geleceği bir delikanlıyla tanışır. Hayatından bir daha çıkaramayacağı bu delikanlı sürgüne yollanmış Osmanlı şehzadesi Cem’den başkası değildir. Savaşçı ruhlu ve yakışıklı Osmanlı şehzadesi Cem ile İtalyan mafya liderinin dünyalar güzeli kızı Sofia imkânsız bir aşkın içinde bulurlar kendilerini. New York’tan Kuzey Afrika’ya, Paris’ten İstanbul’a uzanan bu aşk hikâyesinde çözmeleri gereken iki büyük sorunları vardır: Mafyanın acımasız kuralları ve Cem’in kayıp bir şehzade olarak verdiği kimlik savaşı...

İçimdeki
Nefes, hızla dönüşmekteydi. Taşıdığı genler, onu gerçekle acımasızca yüzleştirirken bugüne kadar inandığı tüm gerçekler yıkılıyordu. Nefes yeniden doğuşunun şafağında, en büyük karanlığını yaşıyordu... Ezberlerle zihnini yöneten bir insan kopyasının, gerçek bir yaşam yaratma şansı var mıydı? Sorgulamadan var olmanın bedelini, kendini unutarak mı ödüyordu insan? Ve insan, kendi yüceliğini idrak etmedikçe gerçek bir yaşam yaratamayacaktı. Evrim... Her varlık mutlak potansiyeline doğru evrilirken bu aslında değişimden öte düzeltmedir. Dışarıdan tahmin edilemeyen bu mutasyonun alacağı son hal, varlık içinde tam krokisiyle kayıtlıdır. İnsanın evriminin düzlemi öngörülemese de DNA’sına kayıtlı olan öz program ile ulaşacağı mutlak potansiyeli tanrısallıktır. Çünkü insan bunun için kodlanmıştır. E...

Yalnız Hatta Yapayalnız
Sevilmemişlerin ve çok üzülmüşlerin tedirginliği vardı onda. "Ah be Sait..." dedi Mina Urgan. "Kendini yalnızlığa mahkûm etmişsin sen. Sevdiğin kadınlar bile seni daha fazla yalnızlaştırmak için hayatındalar. Paylaşmak için değil, savaşmak için seviyorsun onları. Kendinden alamadığın intikamı, onlar alsın istiyorsun. Bu sevmek değil ki..." İçi de, dışı da yaralıydı Sait’in. Havanın değdiği her yeri zonk zonk atıyordu. Ayağa kalkmayacağını düşündü bir an. Fena halde başı dönüyordu. "Haklısın..." dedi. "Sevmekten anladığım şey bambaşka..." Yalnız hatta yapayalnız büyük hikâyeci Sait Faik Abasıyanık’ın sıkıyönetim mahkemeleriyle, sivil polislerle, ucuz Rum kızlarıyla, büyük aşklarla, derin yalnızlıklarla, meyhane masalarıyla, kıraathanelerle, arka sokaklarla, denizle, martılarla, balıkçılarla...

Baskın
Ben sizlere, nasıl attığımızı, nasıl hoplayıp zıpladığımızı, ne kadar kahraman olduğumuzu da anlatabilirdim bu kitabımda. Ama yanıltmış olurdum sizi. Dağdaki mücadele ya da dağdaki kahramanlıklar, adına çatışma denilen kısa bir zaman aralığına sıkışmış şeyler değildir çünkü. Askerin kahramanlıkları, mücadelenin fedakârlıklarına gizlenmiştir. Ve bu fedakârlıklar sadece çatışma aralıklarında değil, dağın bütün anlarındadır. Ne kadar güçlü, ne kadar dayanıklı, ne kadar atletik olduğumuzla da süsleyebilirdim sayfaları bir güzel. Ama bu değildir dağlarda yaşam. Güneydoğu’nun bir adımlık anlarında bile, yüz binlerce fedakârlık üretilir. Ve tüm anlattıklarım, anlatmadıklarımın yanında bir yudum bile değildir. Mücadele etmeyen, mücadele edenin halini bilmek zorundadır ama. En azından, bilmek istey...

Ben Kendimi Hiç Böyle Görmemiştim Senden Önce
"Coşku..." İşte tam anlamıyla buydu yaşanan... İçindeki fırtınayı başka türlü anlatamazdı kadın. Deli dalgaların sahile çarpıp gitmesi gibi... Coşku da tıpkı böyle vuruyordu yüreğine, her vuruşta ufak parçalara bölüyordu yüreğini ve birazını da giderken götürüyordu. Ama geriye kalan o yürek öylesine yaşam doluydu ki kopup gidenleri fark etmiyordu bile. Alışmıştı bu eksilmelere. Ölümün olduğu hayatta mucize yerleştiren ruhuma "Bir yolculuğa daha çıkalım" diyorsun. Yolculuk, yol, yolcu... Mecburi gidişler bunlar, engel olamazsın. "Benimle ilgili değil" dedi kadın yeniden, binlerce kez dediği gibi, kaderdi bu. Ama kabul edilebilir mi kolayca? Bir masaldır hayat; büyülü, şerbetli, zehirli tesadüflerle dolu... Tek yapman gereken ken

Roza
Hayat gailesinin Şanlıurfa’dan Hatay’a göç ettirdiği bir aile...Yanlarında götürdükleri birkaç parça eşyadan başka ihmal etmedikleri elbette ki ölüm töreleri...Ailenin büyük kızının aşiretinin onaylamadığı bir adama âşık olup onunla uzaklara kaçarak bir yuva kuruşu ve...Ölüm fermanını kendi elleriyle imzalayışı...Kurduğumuz ya da bize dayatılan o minicik varoluşumuzu korumak adına ülkemizin de dünyanın da gerçekleriyle yüzleşmekten kaçınıyor, burnumuzun dibinde gerçekleşen facialarla bile kendimizin yara alıp almadığı ölçeğinde ilgileniyor, eğer ortada ders alınması gereken bir durum varsa başkalarının alması gerektiğine inanıyor, kaçıyor, korkuyor, saklanıyoruz... Hamit İzol bu yüreksiz zümreye dahil değil elbette. O, ağzı kapatılan, üzerine kilit vurulan, aşağılanan, şiddete maruz kalan,...

5.tim
"Dipçiği koltuk altıma sıkıştırdım. Tetiği azıcık ezdim. Böylece üç, belki de dört adım attım. İşte o an gördüm teröristi! En uçta yürüyordu. Kamburunu çıkarmıştı. Beş, bilemedin altı metre ötemdeydi. Ben ona bakarken, o da bana bakıyordu. Dünya sanki yok olmuş gibiydi. Sadece o, ben ve birbirimize okuduğumuz meydan vardı. İşte o koskoca ‘an’da birbirimize baktık. Gecenin o son deminde, o alacakaranlığın içinde, gözlerindeki ‘ak’ı görüyorum. Orada, o an, o çiğ beyazlıkta; nefretini, kinini, vahşiliğini ve bana duyduğu iğrentiyi hissediyorum. O sıra başka bir görüntü daha var. Kıpkızıl bir şerare, alacakaranlığı apansız yırtıyor. Elindeki ‘Kaleş’in namlusundan fışkıran namlu alevi, sıçramalar yapıyor. Her sıçramaya, bir patlamanın neden olduğunu çok iyi biliyorum. Kızıllığın çıktığı namlu b...

Mutsuz Olan Cennete Gidemez
"Cennet, gidilecek bir yer değil, edinilebilecek bir bilinç durumudur" der Amerikalı yazar Stephen R. Covey. Cennete gitmek yerine, cenneti edinmeyi tercih etmek, insanlık açısından daha değerli bir devrimdir bu yüzden. Cennet bilincinin ne olduğunu bilmek, cennet bilincini edinebilmek için çok önemli... Bu kitap, bir yere varmayı değil, bir hale sahip olmayı nasıl başarabileceğimizin yol haritası... Hatta bir hipnoz... Kitap boyunca ritmik tekrarlar üzerine kurulu anlatım biçimi, okura cennet bilincini edinmesi yolunda zihinsel bir destek de sağlıyor. İyi-kötü, dost-düşman, kurban-fail, suçlu-suçsuz ikileminden arınmayan bir zihnin cennet bilincini edinmesi imkânsız... Kuvvetli bir yargılama becerisine sahip zihinlerin cenneti inşa edebilmesinin tek yolu, düşünce sisteminde köklü bir devr...

Mavi Kız Kahve Çocuk
Sevdiği kadın uğruna, henüz gençliğe adım attığı yıllarda işlediği cinayetle bir yol ayrımına geldiğini düşünen Kahve Çocuk, suçunu itiraf etmeye hazırlanırken cinayeti işlediğini iddia eden başka bir failin ortaya çıkmasıyla aslında çok daha büyük bir duygusal çatışmanın içinde bulur kendisini. Asıl katil kendisiyken bir başkasının hüküm giymesine sessiz kalmaya devam edip sevdiği kadınla birlikte fakat vicdan azabı dolu yıllar mı geçirecek yoksa vicdanıyla yüzleşip her şeyi kaybetmeyi göze alarak suçunun cezasını mı çekecek? Çocuksu masumiyetlerin giderek yitirilmeye başlandığı 90’lı yıllarda işlenen bir cinayetin gölgesinde birbirlerine aşkla tutunan Mavi Kız’la Kahve Çocuk’un bir arada kalma mücadeleleri, geçmişin travmatik yüzleşmeleriyle iyice yara alır. Zira geçmiş "Hatırlamıyorum.....

Mahalle
"Her şey Aysel’in bir gün ansızın ortadan kaybolmasıyla başladı. Daha yakın zamanda bir pazar sabahı erkenden gelmiş, her zaman olduğu gibi sokağa bakan camın kenarındaki iki kişilik küçük masaya oturmuş, tek kişilik kahvaltı tabağı sipariş etmişti. Huyunu –belki de huysuzluğunu demek lazım– bildiğimden, hiç ilişmeden dükkânın açık bar gibi restore ettirdiğimiz, konuklarımızın mutfağımızda çalışırken bizi, bizim de mutfaktan onları görebildiğimiz bölümünden gözucuyla izlemiştim onu. Henüz o kadar erkendi ki dükkânda izleyecek başka hiçbir şey ya da hiç kimse yoktu zaten." İstanbul’un en kendine özgü semtlerinden biri Kuzguncuk... Burada, en güzel lezzetlerin insanların derdine şifa olduğu "Mahalle" isimli bir mekân... Bu tatların ustası, insanların dertlerinin dinleyicisi ve mekânın sahibi...

Uyusak Geçer Mi?
Her birinin hayatı kırgınlıklarla, yaralarla ve karmaşayla dolu üç çarpıcı karakter... Kader, Can ve Hayat... Farklı hayal kırıklıklarıyla çok zaman düşe kalka devam ettikleri yaşam yolculuğu, ortak bir paydada buluşturacaktır onları. Umut, hepsi için yeşerebilirdi bir gün... Ama nasıl? Seda Eroğlu’nun kaleme aldığı içsel dinamikleri hayli güçlü bu roman, çocukluğa özlemin, umudun, aşkın ve gerçek uyanışın bir destanı... "Tam her şey unutulmaya, tozlu raflara kaldırılmaya yüz tutmuşken, ansızın esen bir rüzgâr çocukluğundan bir parçanı kurumuş yapraklar gibi uçurup pencere kenarına kondurduğunda anlıyorsun ki, içinde bir yerlerde saklanan o küçük çocuk hiç büyümemiş, geç

Dijital Tapınak
Amerika On dakika boyunca ses çıkarmadan konuşan botları dinlediler. Dünya dillerine kesinlikle benzemiyordu. "Biz sadece İngilizce yazılım yüklemiştik" diye söylendi Albert. Durumu büyük patrona bildirmek zorundaydılar. Facebook’un patronu Mark Elliot Zuckerberg’in dünya dilleri konusunda uzman on kişiyle birlikte aşağıya inmesi uzun sürmedi. Tuhaf bir dilde konuşan botlara verdi dikkatini. Yanında getirdiği uzmanlar da konuşulan dili anlayabilmek adına sessizce dinlemeye başladılar. Yarım saat sonra sabrı tükenen Mark’ın sesi duyuldu: "Bana bu saçmalığın ne olduğunu açıklayacak biri var mı aranızda?" Kısa süren bir sessizliğin ardından uzmanlardan biri yanıt verdi: "Bu dünya dışı bir dil." "Anlamadım?" "Dünya dışı bir dil geliştirmişler Mark." İstanbul Şehrin bitmeyen uğultusu arasında y...

Avcıların Üç Günü
TARİHİN KIRILDIĞI ÜÇ GÜN... Türkiye, geleceğinin belirsiz olduğu bir alacakaranlık kuşağına nasıl geldi? Batı’yı yakalayan bir ülke, nasıl oldu da yeniden ortaçağ karanlığına sürüklenmeye başladı? Cumhuriyet, ilk olarak nasıl ve ne zaman kırıldı? Harbiye ve Mülkiye, medreseye nasıl yenildi? Bugün, her şey farklı olabilir miydi? Türkiye’nin bugününü belirleyen dönüşüm, yakın tarihin kısa ve dramatik kader kesitine, o üç güne sığdırılabilir mi? Sevim Kahraman elinizdeki belgesel romanında bunu başarıyor.. "Yön" hareketinin kurucu lideri, yaman entelektüel Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, sosyalist hareketin tarihsel önderleri Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, devrimci-cumhuriyetçi askerler Cemal Madanoğlu, Celil Gürkan... Dönenler: Muhsin Batur, Faruk Gürler... Karşıdakiler: Cevdet Sunay, Memduh ...

Sakın Günlüğümü Okuma
Zekâsı ve çalışkanlığı sayesinde kendi kaderini yazdığına inanan genç bir adam, Bora. Bora’nın kariyerine destek ve kusursuz bir eş olmayı kendine iş edinmiş bir genç kadın, Eda. Hayatın kontrolünün ellerinde olmadığını gösteren bir felaket. Sorduğu sorularla şüphelinin sadece verdiği bilgileri değil, tüm kişiliğini sorgulayan tecrübeli bir başkomiser. Eda, bilge kayınbiraderi, despot kayınvalidesi, yetersiz psikiyatrı, sessiz annesi, patavatsız arkadaşları, umutsuzca dost olmaya çalıştığı komşuları ve zayıflığından faydalanmak isteyen beklenmedik düşmanlar arasında geçen birkaç ay boyunca yaşadıklarını günlüğüne kaydetti. Bora’nın hayatını tekrar düzene sokacak cevaplar Eda’nın gizemli bir şekilde kaybolan günlüğünde gizli. Ayça Warner’dan heyecan dolu bir polisiye.

Belediye Başkanına Linç
KENDİ İÇİNDEKİ ŞEYTANINI TAŞLA Günümüzde teknoloji ve iletişim olanaklarının çoğalmasıyla özel hayatın ihlal edilmesine dair sarsıcı bir hikaye: Belediye Başkanına LİNÇ .Düşmanın görülmediği,çoğu zaman hiç ortaya çıkmadığı,izinin kolay kolay bulunmadığı bir yeni çağ savaşı. İstanbul’un önemli bir ilçesinin belediye başkanı,bir sabah uyanır telefon ve sosyal medya hesabında yüzlerce tehdit ve hakaret mesajları bulur.Yaşamı boyunca inşa ettiği tüm değerleri, bir anda kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Sanal dünyanın paralı askerleri onu bir gecede ülkenin gündemine oturtmuştu. Artık içine atıldığı bu dijital linç karşısında bir direnç savaşı verecektir. Kazanabilmesi mümkün müydü? Eğitimci, yazar Talip Emiroğlu’nun yeniden güncelleyerek yazdığı "Belediye Başkanına LİNÇ" romanını,...

Haykırış
"Haykır, affet, öğren, devam et... Bırak gözyaşların gelecekteki mutluluklarını sulasın." – Steve Maraboli Yazarlarımız, değişen ve puslanan bir dünyanın aykırı hallerini dile getirirken dünden bugüne ulaşan çizgide ikili ilişkilerin hüzünlü yönlerini geçişlerle, bağlantılarla sergiliyor, tükenen sevgiyi, unutulmayan anları dile getiriyorlar. Öykülerin coğrafyası geniş, kurgular olağanüstünü olağan kılmayı başarıyor. – İnci Aral * Bellek, bazen de karanlığıyla engeldir görmeye. Dayatılmış rollerden, kurgulanmış ideallerden, konfordan vazgeçmek karanlığın içine bakma cesaretini gerektirir. Bu kitabın yazarları kendi içlerine doğru çığlık atanları konu edindiler; yazılarıyla haykırarak. – Hakan Akdoğan * Sıra dışı için önceden hazırlanmı

Karanlık Köy
"Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz; hayatın gerçek trajedisi, insanların ışıktan korkmasıdır." – Platon Karadeniz’in karanlık ormanlarında, iki yüksek dağ arasında, yüzyıllar öncesinden kalma, pek bilinmeyen eski bir Rum köyü... Yaşlıların "Karanlık Köy" dedikleri, içinde uğursuz bir enerji barındırdığına inanılan ve kimselerin gitmediği, gitmekten korktukları, kendi tarihine hapsolmuş gölgeler içinde bir hayalet... Geçmişte, soğuk bir kış gecesinde nedeni anlaşılamayan bir cinnet ve çılgınlıkla birbirini öldüren köylüler... Ve tüm bu gizemi çözmek için bin bir zorlukla dağları aşıp köye ulaşan belgeselci iki maceraperest... Peki köyden çıkabilecekler mi? Gerçeklerden kaçtığımızda neler olur? Ya korkularımıza inanmaya başladığımızda? Oyuncu ve yazar Gürgen Öz, hayalle ...

Kod Adı Pegasus
1920 yılında Ankara’daki bir bağ evinde, Atatürk’ün de katıldığı gizli bir toplantı gerçekleşti. Bu toplantının etkileri, 2000’li yıllarda bile görülüyor olacaktı. 1939 yılına, Avusturya’nın haritada yeri bile belli olmayan küçük bir köyüne kadar uzanıyordu olaylar zinciri. Nazilere ait gizemli bir cihazın gömülü olduğu köyle birlikte Hitler’in anneannesinin mezarı da Nazi subayları tarafından tümüyle yok edilecekti. II. Dünya Savaşı’nın seyri Almanya aleyhinde değişince, o küçük köydeki gömülü cihaz dört Gestapo ajanı tarafından Tarsus’a kaçırılacaktı. 2012 yılında Tarsus’ta bir polisin öldürülmesiyle medyanın gündemine düşen "hazineci cinayeti" yıllar önce cereyan eden bu tarihi olaylara dayanıyor. Tarsus’taki gecekondu mahallesinde yer alan evlerden biri, büyük bir sırrı saklıyor aynı z...

Toprak Mehmet'e Susamışsa
"Yaş çoraplarımı çıkarttım. Çantamdaki bütün çoraplarımı teker teker giydim. En son da anamın çeyizinden çıkartıp verdiği, tiftik çorapları. Onların üstüne de, botlarımızın üstüne giymediğim buz gibi kar botlarını geçirdim. Şehit Üsteğmen Erdal Kurtoğlu’nun yadigârı incecik matı ve üzerine dikili paraşüt bezini açtım. İçine girdim. Battaniyeye sarındım. Başıma çektim. Kıvrılıp, başımı, ellerimi, dizlerimi, kollarımı karnıma topladım. Anamın karnındaki gibi. Ve ölüm olmayan, ama ölüme yakın olan bir âleme doğru, kendi yolculuğuma çıktım." Çatışmada kendisini vurmak için atılan mermiler karşısında benliğin verdiği tepki, aşılmaya muhtaç aşılamayacak bir dağ gibidir. Bu dürtü, kendini sakınmaya iter insanı. Oysa kendini korumak kadar, bir şeyler yapmak gerektiğini de emreder dağ. Bu anlara de...

Soraya
Aşk bütün savaşlardan güçlüdür çünkü daha yıkıcıdır… Henüz yirmi yaşındaki güzeller güzeli Soraya, şehirleri öfke ve kan kokan Suriye'deki acımasız savaştan kaçıp kendisine yepyeni bir gelecek yazmak umuduyla sığınmıştı Türkiye'ye… Kaderinin kalemi başkalarının elinde olan Soraya, kendisinden otuz yaş büyük evli bir adamla evlenmeye razı olduğunda onu savaştan çok daha ölümcül bir gelecek bekliyordu aslında: AŞK… Savaş, kamp, esaret ve kumalık… Aşkın barınamayacağı bu sıkıntılı hayat çıkmazlarında kendi mucizesini yaşayan Soraya'nın nefes kesen duygu dolu hikâyesini gazeteci-yazar Meltem Yılmaz kaleme aldı. Suriye'deki içsavaştan kaçıp hayatta kalma mücadelesini Türkiye'de sürdürmeye çalışan sığınmacıların dramını tarafsızca ve tüm çıplaklığıyla anlatan Meltem Yılmaz, gerçek bir hayat hikâ...