
Maria Puder Olmak
"Hiçbir kadın, ihtirashalindeki bir erkek kadar âciz ve gülünç olamaz." Sabahattin Ali’nin kült eseri Kürk Mantolu Madonna romanının baş kahramanıdır Maria Puder. Hayat kadar canlı, gerçek ve güçlü... Almanya’ya çalışmak için giden Raif’in karşısına çıktıktan sonra bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi yaşanmasını mümkün kılmayan Maria Puder... Yanlış zamanda doğmuş kuvvetli bir kişilik. Acınmak ya da kendisine merhamet edilmesi ona göre çok büyük bir zayıflık... Acılı geçmişini kendine bahane ederek hayatının kalitesinden katiyen çalmayan Maria Puder, tek sözüyle dünyaları önüne serebilecek erkeklerle çevrili bir yaşam sürmesine rağmen her zaman kendi ayaklarının üzerinde durmayı tercih ediyor. Başkasına minnet duymak, ağır bir borç, ağır bir yük onun açısından. Üstelik hiçbir şeyin daha azın...

Cinai Absürtler
Burada ciddi bir cinai hikâye yazıyoruz. Cinayet ciddi bir eylemdir. Ölmek kadar zordur öldürmek ve belki daha da zor. Öyle kazara olmuş cinayetlerden söz etmiyorum, onda "pardon" dersin geçer, bir kazadır sonuçta. Bir pardonla biter iş, biraz mahcubiyettir bedeli. Kaza sonucu işlenen cinayet osuruktan tayyaredir. Lakin taammüden öyle mi? Taammüden. Kelimenin kendisi ağır zaten, cezası da öyle; eskiden idamdı, şimdi kaldırıldı adam asmaca. Müebbet hapis, hayatın kodeste geçecek düşünsene. Göze almışın bu bir, gözü karalık gerek. İkincisi zekâ gerek bunun için, iyi bir tasarım, iyi bir strateji, plan program, zamanlama gerek. Zor iş anlayacağınız. Sıradan cinayetler gündelik hayatın tekdüzeliğinde yok olup giderken, Fatoş Beykal’ın kaleminde absürt ve kara komik bir karaktere bürünüyor. Her...

Dokumacı
"Ve Kula. Çölde bir erkek at ve sanırım ben ona aşığım. Ama o bunu bilmeyecek. Bir insanın bir hayvana böyle aşkı, ne bu çölde ne de başka bir yerinde dünyanın kabul görmeyecek sanki. Böyle hissediyor içim. Birbirinden bu kadar farklı iki şeyin aşk sayesinde yan yana olabileceğine gülecekler. Utanıyorum da bu yüzden, yanlış ya da yasak gibi düşüncelerim. Bunu da hissediyor içim. Ama Kula, bunu da bilmeyecek." Kula, çizgileri olmayan zebralar, kuyu çocuk, şarap ustası, dokumacı ve bu çölün kurtları... Buraya nasıl geldi bilmiyor. Geçmişiyle ilgili hiçbir şey yok aklında. Adı bile. Gördüğü rüyalarla kafası gittikçe karışan bu kız, bunların belki de hatıraları olabileceğini düşünüyor. Gerçeğin ne olduğunu böylece anlayabilir belki. Ama sonra soruyor kendine, hatırlamak, o gerçek mi? Ezgi Altı...

Bir Hatıra-i Pejmürde
Kadın bir yazar tarafından yazılan ve hadiselere kadın tarafından bakan ilk günlük-roman örneği. Latin harflerle ve sadeleştirilmiş hâliyle ilk kez Türkçede. Yazarı kadın, baş karakteri kadın, meselesi kadın... Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, II. Meşrutiyet’in oluşturduğu atmosferde ilk kez çocuk yaşta evlilik, esirlik, annelik ve dönemin sosyal statüleri gibi kavramlara değinen; baş role genç bir kadını koyan ve tüm bu konuları iç burkan bir anlatıyla okuyucuyla buluşturan özel bir eser. Edebiyat tarihimizin unutulmuş ismi Salime Servet Seyfi’nin kaleminden çıkan, döneminin çok ötesinde bir roman. Bir Hatıra-i Pejmürde, karakterlerin ruh hallerini betimlemedeki sadeliği ve vuruculuğuyla göz dolduran, kayıp bir yazarın kaleminden çıkmış gizli bir hazine.

Kendine Yabancılaşan İnsan
Herkes kendi yarattığı hapishanenin anahtarı elinde yaşar. Kalabalıkların içinde yalnız, kendi hayatına yabancı, olan biten her şeyden huzursuz bir insan için zamanla her şeyi unutmaya başlamak, belki de bir lütuftu aslında... Gittikçe hafızasını kaybeden yaşlı bir adamla, aralarındaki derin yalnızlığı aşk sanan genç bir kızın içine düştüğü bir yolculuk, toplumun dayattığı düşünce ve inanç biçimleri yüzünden kocaman bir yalnızlığa ve yabancılaşmaya dönüşür giderek. Bir Narsisin Gölgesinde On İki Ay adlı çok satan kitabın yazarı Dr. Fikret Yıldırım, bu kez yaşadığı aileye, topluma ve kültüre yabancılaşan yeni asrın insanını alıyor romanının merkezine. "İnsanın bir özü var mıdır?" sorusunun yerini, "İnsanın bir özü var mıydı?" sorusu alıyor artık...

Kod Adı Pegasus
1920 yılında Ankara’daki bir bağ evinde, Atatürk’ün de katıldığı gizli bir toplantı gerçekleşti. Bu toplantının etkileri, 2000’li yıllarda bile görülüyor olacaktı. 1939 yılına, Avusturya’nın haritada yeri bile belli olmayan küçük bir köyüne kadar uzanıyordu olaylar zinciri. Nazilere ait gizemli bir cihazın gömülü olduğu köyle birlikte Hitler’in anneannesinin mezarı da Nazi subayları tarafından tümüyle yok edilecekti. II. Dünya Savaşı’nın seyri Almanya aleyhinde değişince, o küçük köydeki gömülü cihaz dört Gestapo ajanı tarafından Tarsus’a kaçırılacaktı. 2012 yılında Tarsus’ta bir polisin öldürülmesiyle medyanın gündemine düşen "hazineci cinayeti" yıllar önce cereyan eden bu tarihi olaylara dayanıyor. Tarsus’taki gecekondu mahallesinde yer alan evlerden biri, büyük bir sırrı saklıyor aynı z...

İnsan Nedir
Tom Sawyer’ın Maceraları ve Huckleberry Finn’in Maceraları adlı dünyaca ünlü romanların yazarı Amerikalı mizahçı ve hiciv ustası Mark Twain, bu kez alışılmışın çok dışında, soruları bol, sorgulaması çetin, anlatımı farklı bir eserle okurunun karşısında: İnsan Nedir? İki adam arasındaki diyaloglar üzerine kurulu bu küçük ama derinlikli kitabı okurken, çoğu zaman Sokrates ve Platon’un tartışmaları canlanacak gözünüzde. Mizah anlayışı güçlü yaşlı bir adamla, tez canlı ve heyecanı yüksek genç bir adam arasında geçen sohbette "insanın ne olduğu, ne olmadığı ya da ne zannedildiği" konusu enine boyuna tartışılırken kantarın topunun kaçtığı anlar da yok değil... İnsan aslında bir makine midir, zevk peşinde koşmak ve acıdan kaçmak dışında herhangi bir dürtüsü yok mudur, "kişisel değerler" uydurma m...

Sultanla Son Dans
VATANSIZ OLMAK İNSANI YARALAR! HER ZAMAN BİR YERİN EKSİK KALIR, KENDİNİ HİÇBİR YERE AİT HİSSEDEMEZSİN. İkinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken, New York’taki kardeşinin yanına giden üniversite öğrencisi Sofia Moretti, orada ilk görüşte aşkının tutsağı haline geleceği bir delikanlıyla tanışır. Hayatından bir daha çıkaramayacağı bu delikanlı sürgüne yollanmış Osmanlı şehzadesi Cem’den başkası değildir. Savaşçı ruhlu ve yakışıklı Osmanlı şehzadesi Cem ile İtalyan mafya liderinin dünyalar güzeli kızı Sofia imkânsız bir aşkın içinde bulurlar kendilerini. New York’tan Kuzey Afrika’ya, Paris’ten İstanbul’a uzanan bu aşk hikâyesinde çözmeleri gereken iki büyük sorunları vardır: Mafyanın acımasız kuralları ve Cem’in kayıp bir şehzade olarak verdiği kimlik savaşı...

Toprak Mehmet'e Susamışsa
"Yaş çoraplarımı çıkarttım. Çantamdaki bütün çoraplarımı teker teker giydim. En son da anamın çeyizinden çıkartıp verdiği, tiftik çorapları. Onların üstüne de, botlarımızın üstüne giymediğim buz gibi kar botlarını geçirdim. Şehit Üsteğmen Erdal Kurtoğlu’nun yadigârı incecik matı ve üzerine dikili paraşüt bezini açtım. İçine girdim. Battaniyeye sarındım. Başıma çektim. Kıvrılıp, başımı, ellerimi, dizlerimi, kollarımı karnıma topladım. Anamın karnındaki gibi. Ve ölüm olmayan, ama ölüme yakın olan bir âleme doğru, kendi yolculuğuma çıktım." Çatışmada kendisini vurmak için atılan mermiler karşısında benliğin verdiği tepki, aşılmaya muhtaç aşılamayacak bir dağ gibidir. Bu dürtü, kendini sakınmaya iter insanı. Oysa kendini korumak kadar, bir şeyler yapmak gerektiğini de emreder dağ. Bu anlara de...

Bir Psikopatın Peşinde
Hiçbir şey göründüğünden ibaret değildir. Gördüklerinizin ya da işittiklerinizin çok katmanlı başka anlamları da vardır. Vahşice katledilen genç kızın davası, memleket gündemini hayli karıştırınca, cinayet masası dedektifleri zaman kaybetmeden katilin peşine düşerler. Ancak dava öylesine şifrelerle doludur ki kimsenin işi kolay değildir. Parapsikoloji meselesinin enine boyuna masaya yatırıldığı bu gerilimli hikâyede, duyular dışı algı, sezgi, hissi kablelvuku gibi metafizik konular romanı bilimsel bir zemine de çekiyor ister istemez. Nörolog Dr. Sultan Tarlacı’nın kaleme aldığı Bir Psikopatın Peşinde 197 Gün her bölümde kendi içinde bir şifre barındıran farklı bir asal sayının gölgesine yerleştirilmiş olaylar örgüsüyle tam anlamıyla "kafa yakan" bir kurgu... Algıyla hakikat arasındaki bağı...

Bensiz Ayna
Sıra dışı bir büyülü gerçeklik romanı "Artemis ürkek hareketlerle geriye döndü. Kahroldu. Korktuğu başına gelmişti. Dev ayna evdeki eşyaları, balkon kapısını, pervazda duran beyaz orkideyi, siyah kadife perdeleri, özel tasarım yer lambasını gösterdiği gibi Aynacı’yı da göstermişti. Tek eksik yine kendisiydi." Bir gün evinin baş köşesinde duran aynada kendini göremezsen ne yaparsın?

Yeşilin Kızı Anne
Ateş kırmızısı saçları ve coşkulu tavırlarıyla Anne Shirley, yetimhaneden çıkıp da Green Gables’a adım attığı anda, buranın yıllardır hayalini kurduğu yuvası olacağından emindir. Ancak büyük umutlar ve hayallerle geldiği bu evde, Cuthbert’ların bekledikleri kişinin aslında kendisi olmadığını anlayınca bütün hayalleri yıkılır. Buraya ait olduğunu Green Gables ev halkına ve Avonlea kasabasına kanıtlamak için pek çok zorlu sınavdan geçmesi gerekecektir. Ancak bir türlü susmak bilmeyen ve adeta bir bela mıknatısı olan bu küçük kız, tüm tuhaflıklarına rağmen renkli hayal dünyası ve tertemiz kalbi ile yediden yetmişe herkesin kalbini kısa sürede kazanmayı ve orada kendine yepyeni bir dünya yaratmayı başaracaktır. Lucy Maud Montgomery’nin on dokuzuncu yüzyılda Kanada’daki kendi deneyimlerinden yo...

İlk Acı
Yatmadan Önce Yüz Fırça Darbesi adlı çok satan kitabın yazarı Melissa P’den "annelik" olgusu üzerine derinlikli, çok katmanlı ve sarsıcı bir roman... Kitabı 30 dilde 41 ülkede basılan, hatta bazı ülkelerde dağıtımı bile yasaklanan İtalyan yazar Melissa P, İlk Acı’yla birbirine hiç benzemeyen iki farklı kadının hikâyesini, güçlü ve ortak bir paydada, sağlam bir duygu örüntüsüyle birleştiriyor. Annelik! Uzun yıllardır annesiyle görüşmeyen, ancak kısa süre sonra anne olmaya hazırlanan Rosa, kendi annesinde deneyimlediği soğuk ve tutarsız annelik figüründen uzak olmanın katiyeti içinde, karnında taşıdığı bebeği sevgiyle beklerken; gelişmemiş vücudu, tamamlanmamış karakteriyle Agata da doğurmaktan pek emin olamadığı bir bebeği hayata getirmeye hazırlanıyordu. Rosa ve Agata’nın

Mutsuz Olan Cennete Gidemez
"Cennet, gidilecek bir yer değil, edinilebilecek bir bilinç durumudur" der Amerikalı yazar Stephen R. Covey. Cennete gitmek yerine, cenneti edinmeyi tercih etmek, insanlık açısından daha değerli bir devrimdir bu yüzden. Cennet bilincinin ne olduğunu bilmek, cennet bilincini edinebilmek için çok önemli... Bu kitap, bir yere varmayı değil, bir hale sahip olmayı nasıl başarabileceğimizin yol haritası... Hatta bir hipnoz... Kitap boyunca ritmik tekrarlar üzerine kurulu anlatım biçimi, okura cennet bilincini edinmesi yolunda zihinsel bir destek de sağlıyor. İyi-kötü, dost-düşman, kurban-fail, suçlu-suçsuz ikileminden arınmayan bir zihnin cennet bilincini edinmesi imkânsız... Kuvvetli bir yargılama becerisine sahip zihinlerin cenneti inşa edebilmesinin tek yolu, düşünce sisteminde köklü bir devr...

Çit
"Şiddet hem uygulayanı, hem maruz kalanı, hem de üzerinde çalışanı mahvediyor!" diyor ya gazeteci Leyla Pervizat. Doğruymuş! Ben de mahvoldum. Bu kitapta kaleme aldığım gerçek bir vakayı romanlaştırabilmek için yıllarca kendi etimle beslendiğim de doğru maalesef... Çok ağladım, çıkar yol bulabilmek için çok debelendim. Şu "namus" dedikleri şey nasıl bir şeymiş ki biri gelip çaldığında işin suçlusu namusu çalan değil de, namusu yitiren oluyor? Olayın kahramanlarını yazabilmek için her birinin ruhuna girmek gerekiyormuş gerçekliği olduğu haliyle aktarabilmek için... Yazarının tecavüze uğraması gerekiyormuş, üşümesi, yaralanması, morga kaldırılması, kaçması, karanlıkta kalması ve katiliyle evlenmesi... Kitap bittiğinde eğer sizin de kalbiniz sızlıyorsa, içinizden bir ses akıl hastalıklarının ...

Ben Kendimi Hiç Böyle Görmemiştim Senden Önce
"Coşku..." İşte tam anlamıyla buydu yaşanan... İçindeki fırtınayı başka türlü anlatamazdı kadın. Deli dalgaların sahile çarpıp gitmesi gibi... Coşku da tıpkı böyle vuruyordu yüreğine, her vuruşta ufak parçalara bölüyordu yüreğini ve birazını da giderken götürüyordu. Ama geriye kalan o yürek öylesine yaşam doluydu ki kopup gidenleri fark etmiyordu bile. Alışmıştı bu eksilmelere. Ölümün olduğu hayatta mucize yerleştiren ruhuma "Bir yolculuğa daha çıkalım" diyorsun. Yolculuk, yol, yolcu... Mecburi gidişler bunlar, engel olamazsın. "Benimle ilgili değil" dedi kadın yeniden, binlerce kez dediği gibi, kaderdi bu. Ama kabul edilebilir mi kolayca? Bir masaldır hayat; büyülü, şerbetli, zehirli tesadüflerle dolu... Tek yapman gereken ken

Mavi Dağ
Aşk ve Kader, Ölüm ve Yaşam, İyilik ve Kötülük... Nil ve arkadaşları tarafını seçmek zorunda... Günebakan Üçlemesi’nin ikinci kitabı Mavi Dağ’da Nil ve arkadaşlarını yeni maceralar bekliyor… Supay’ın karanlık güçleri çoğalırken Günebakan Nil ve arkadaşları Ruhlar Konseyi’nin karşısında. Üstelik Nil ve Kayra’nın efsaneleşen aşkı hiç beklemediği bir tehdidin pençesinde. Kader ayağımızdaki pranga mıdır? Aşk, savaşmanın en yalın haliyse eğer; kim karşısında durabilir bu savaşın? Her sayfasını merakla çevireceğiniz Mavi Dağ’da heyecan hiç bitmeyecek! Fantastik edebiyatın efsunlu kalemi Gülşah Elikbank, Mavi Dağ ile, okurlarına gizemli ve karanlık olduğu kadar sevgi dolu ve umutlu bir hikâye anlatıyor.

Kemik Çayı
"Gelmedin Ali Haydar. Kaç gün oldu görüşmeyeli, sarılmayalı, bakışmayalı, koklaşmayalı, titreşmeyeli. Aramadın, sormadın. Bak, bana neler ettik el ele verdik de. Önce söz kestik, ciğerime... Sonra kına yaktık, kalbime... İşte şimdi de nikâhımı kıydık, hayallerime... Annem renksiz. Teyzem muradına nail olmuşluğun sarhoşluğunda kasım kasım kasılıyor, sonunda oğlunu everdi. Osman mı? Bilmem. Hoş o da neler olduğunun farkında değil zavallı. Baş göz edildik nihayet. Hep birlikte, maaile, konu komşu, dost akraba, el ele verip Elif ’i katlettik!" Kum Gibi adlı romanıyla tanınan yazar Hatice Dökmen’in cesur ve yalın üslubuyla kaleme aldığı Kemik Çayı insan hikâyeleriyle dolu gerçekçi ve sarsıcı bir kitap... Daha çok kadının örselenmişliğine, sinmişliğine, sıkışmışlığına, tökezleyişine, örülen duva...

Beyaz Karanlık
Senin veya evladının başına gelmez zannetme! Ağızlarından salyalar akan sırtlanlar gibi dolanıyorlar etrafımızda! Gözlerini bu gerçeğe asla kapatma! Aramızda kol geziyorlar bu işin ticaretini yapanlar. Tüm gayretleri, o ilk dozu vererek bizleri başlangıçtaki "o his" ile tanıştırmak... Gerisi zaten geliyor. Bağımlının parayı bulmak için her şeyi yapacağını da biliyorlar. Onların kazançları para, bizim kaybettiğimiz ise hayatlar. Sevgiyle büyütülen bir kızdı Deniz. Güzeldi, eğitimliydi ve ailesinin gözbebeğiydi. Çok iyi bir ailesi vardı. Sadece kapıldı. Önce duygusal zaaflarına sonra da maddeye yenildi. O güzel aile, birbirini seven insanlar bir hiç uğruna dağılıp yok oldular. Tıpkı o hiç uğruna dağılıp yok olan yüz binlercesi gibi... Peki, bu gidişata son verecek olan kim? Hep sırtlanlar mı...

Diğerleri
Gece tıkırtıları, uykuları kaçanlar, endişeden ya da heyecandan uyuyamayanlar, çatı katlarında bir işler çeviren ihtiyarlar, iyi kalpli kasabalı gençler, eski mahalleliler, hevesli mektepli kızlar ve devrimci hayaller… Diğerleri, 70’ler Türkiye’sinde, İstanbul’da kendi halinde bir mahallede, eski bir konakta hayatın bir araya getirdiği Sacide ve Cahide’nin, Hayganuş ve Artin Bey’in, Kamuran’ın ve bu hikâyeye tam orta yerinden dahil olan "diğerleri"nin hem ağlatan hem kahkahalar attıran bir romanı.

Merhum Nasıl Bilirdi?
Doğan Ekinci öldü. Herkes gibi sakince gömülüp bu dünyadan ayrılmayı beklerdi ama hiç de öyle olmadı. Şimdi bir cenaze töreninde gördüğü yüzlerin kendisini son yolculuğuna uğurlamak için orada olduğunu biliyor ve geçmişin anıları bir bir zihnine doluyor. Yıllarca garsonluk yaptığı kafenin müdavimleri, bazıları "dostu" da olan mahalle sakinleri onun son anlarına yaraları, neşeleri, hayal kırıklıkları ve umutlarıyla konuk olurken anlattıkları okuru da hayata ve ölüme dair derin bir muhasebeye davet ediyor.

Baskın
Ben sizlere, nasıl attığımızı, nasıl hoplayıp zıpladığımızı, ne kadar kahraman olduğumuzu da anlatabilirdim bu kitabımda. Ama yanıltmış olurdum sizi. Dağdaki mücadele ya da dağdaki kahramanlıklar, adına çatışma denilen kısa bir zaman aralığına sıkışmış şeyler değildir çünkü. Askerin kahramanlıkları, mücadelenin fedakârlıklarına gizlenmiştir. Ve bu fedakârlıklar sadece çatışma aralıklarında değil, dağın bütün anlarındadır. Ne kadar güçlü, ne kadar dayanıklı, ne kadar atletik olduğumuzla da süsleyebilirdim sayfaları bir güzel. Ama bu değildir dağlarda yaşam. Güneydoğu’nun bir adımlık anlarında bile, yüz binlerce fedakârlık üretilir. Ve tüm anlattıklarım, anlatmadıklarımın yanında bir yudum bile değildir. Mücadele etmeyen, mücadele edenin halini bilmek zorundadır ama. En azından, bilmek istey...