
Gaf Ola Beri Gele
Söz her zaman uçmaz, bazen gider koca bir çamı devirir. Bir yaklaşıma göre: “Konuşmak, insanın en büyük cezalarındandır!” Hadi canım! E peki madem öyle, biz insanlar konuşma yeteneğimizle lanetlendik, dibini bulalım o zaman. “Gaf yapmak, pot kırmak” temalı öykülerde buluştuk bu sefer. Kimimiz yaptığı gaftan sonra başını önüne eğdi, kuyruğunu kıstırdı; kimimiz gayet pişkin bir şekilde sırıtmaya devam etti. Örnekleri her gün medyada, haberlerde, gazetelerde... Bazısı da bu kitapta.

İnsan Öğrenmek İçin Yaşar
“Thomas More, 1534 yılının mart ayında, kapatıldığı Londra Kulesi’nden büyük kızı Margaret’e şunları yazmıştı: ‘Hiç kimseye kötülük etmiyorum, hiç kimse için kötü söylemiyorum, kötü düşünmüyorum, herkesin iyiliğini istiyorum. Bir insanın yaşayabilmesi için bu yetmiyorsa, yemin ederim yaşamakta gözüm yok... Onun için Kral, şu benim zavallı bedenime canının istediğini yapsın. Keşke işine yarasa benim ölümüm.’” “Campanella, Güneş Ülkesi’ni hapishanede yazdı. Hint Okyanusu’nda bir ada devleti olan Güneş Ülkesi adaletsizlik, kötü yönetim ve büyücülük gibi olumsuzluklardan kaçan insanların oluşturduğu ideal bir toplumdur. Bilim ve felsefenin egemen olduğu ülkede kadınla erkek arasında hiçbir ayrım gözetilmez, her iki cinse de eşit haklar tanınır. Kölelik ve özel mülkiyet yoktur, her şey herkese ...

Gece Geçen Gemi
Bazen başımıza pat diye gelenleri, apansız öğrendiklerimize bölsek; bölüm hayret, kalan aşk. İstanbul, Atina, Kuzey Afrika. Dört benzemez karakter, dört benzemez aşk. Bir eliyle boğduğu için diğer eliyle helva dağıtanlar, sevdiğini yumuşak karnında saklayanlar, bir yere kök salamayınca kökünü kendi içine salanlar, kapıları içeriden kilitleyenler, yarasının üstüne beton dökenler, tüm hak edenlerin kurtuluşa kavuştuğunu sananlar, dümdüz ziyan olanlar, kendini yekten bilmeyen adamlar, namuslarını değil dengelerini korumak için yaşayan kadınlar, büyük bir gürültüyle birbirinden kopan kıtalar ve gerilla deniz kızları... Çünkü hiçbir şey uzun süre görmezden gelinen acılardan daha güçlü değil. Çünkü bütün cinayetler kazayla ve isteyerek işlenir. Pınar Eğilmez’in usta ve akıcı kaleminden şehirli i...

Bab-ül Aşk
Hayat önce ilim, sonra değişim, finalde de dönüşümdür. İlk iki adım her zaman geriye dönebilir ama son adımı attıysan geri dönüşün yoktur, tıpkı kelebeğe dönüşen tırtılın bir daha kozaya dönememesi gibi... Gizem yaşadığı travmadan sonra eve kapanmış, sosyal hayattan elini ayağını çekmiştir. Sürekli yaşamı ve ölümü sorgulamakta, soluk alıp vermek için bir amaç bulmaya çalışmaktadır. Tam o sırada garip rüyalar görmeye başlar. Yakın arkadaşı Elif ile gittiği Şebiarus töreninden sonra gördüğü rüyaların peşine takılan Gizem hiç bilmediği bir gizemler ve sırlar âlemine adım atar. Tek amacı kendini bilmek, bulmak ve kendini gerçekleştirmektir. Bu yolculukta bir dost yanında belirir ve elinden tutar. Artık kozasından çıkmak ve kanatlarını açmak zorundadır çünkü bu yoldan geriye dönüş yoktur. Gizem...

Kanlı Ceket
YOKSULLARIN ÇOCUKLUĞU YOKTUR. "Geçmişin zorlu çocukluk yollarından geçenlerin açtığı bambaşka bir yolda yürüyor yeni nesil artık. Talip Emiroğlu o güç patikaları en önden tırmanmış, yoksulluğun sert yüzüyle erken yaşta tanışmış bir eğitimci. Kendi deneyimlerini bu farklı öykülerle bize aktarırken ne şimdilerin kolaycılığına kaçıp yeni nesli suçluyor, ne de kendi geçmişini saklıyor. Her şeyi olduğu gibi, duru bir dille okurla paylaşıyor. Kuşaklar arası iletişim için edebiyatın köprüsünü kullanmayı seçerek mesleğinin avantajlarını dilimizin kıvraklığına ekliyor ve ortaya bu birbirinden farklı gözükse de aynı noktayı ustaca işaret eden sahici öyküler çıkıyor." --Gülşah Elikbank "Talip Emiroğlu öykü geleneğimizin çok sağlam bir yerinde duruyor. Geçmişe yapılan bir çeşit yolculuk... Sorgulamala...

Başka Bir Şey
Aklın gidiş biletini aldığı yerde kalp çoktan dönüş biletini ayırmıştır. Aslında her şey bir rüyayla başladı. Sahi rüyalara inanır mısınız? Ben inanmazdım. Ta ki aynı rüyayı birkaç kez görene kadar... Uyandığınız an ya da günün herhangi bir anında ne yaparsanız yapın rüyanızın tamamını hatırlayamayacaksınız. Her seferinde en fazla yarısı ya da küçük bir bölümü tamamlanmış bir hikâyeye bakar gibi bakacaksınız rüyalarınıza... Bir rüyanın peşinden koşmak kimilerine anlamsız gelebilir, bense bununla ilgilenmiyorum. Sadece kalbimin sesini dinlemek istiyorum çünkü kalbimi hafife almaktan, sezgiler

Bana İkimizi Anlat
"Yaşanması mümkünken yaşanmayan her aşk gün gelir bizden bunun hesabını sorar." Adamlık, bir kadını bir ömür sevmekten geçer. Kadınlık da kendini bir ömür sevecek adamın değerini bilmektir. Kimin için yaratıldığını bilmiyorsun elbette ama bu hikâyenin başrolü sensin. Aşkı senin, acısı senin. Kimse içinde kopan fırtınaları anlamaz, anlamak zorunda da değil zaten. İnsanlar hep konuşur çünkü hayat senin, tasası onlarındır. Her şeye rağmen bilmediğim bir hikâyenin başrolünü oynuyorum. Sonu nereye gider belli değil, seveceğim kaç şarkı kaldı bilmiyorum. Herkes gibi, her şeyden habersiz yaşıyorum. Ne zaman karşıma çıkarsın, hangi şarkıda ilk dansımızı ederiz hiçbir fikrim yok. Ayrıntılara takılmaya gerek yok belki de... Hikâyeme katıldığın gün sarılır konuşuruz bunları.

Sihirli Defter
Yazmak, düşe dalmak gibidir. Usta ile çırağın yolu kesişince, bu düş bir sihri kuşanır. Bir çırak... Yazının büyüsüne kapılmış, kelimelerin peşinde bir usta arayan genç bir yolcu. Bir usta... Sihirli bir deftere ruhunu üfleyen, yazının ilahi sırrını ararken kendi benliğini yitiren ve yeniden bulan bir bilge. Sihirli Defter, yazının sırlarını aralayan, düşüncenin ve sezginin yolculuğunda bir rehber niteliği taşıyan felsefi ve edebi bir anlatı. Usta ve çırak arasındaki diyaloglar aracılığıyla sizi yazma eylemi, okuma disiplini, düşünce derinliği ve ruhsal keşifler üzerine katman katman açılan bir düşünce evrenine davet ediyor. Kimi zaman bir rüyaya, kimi zaman bir metafora dönüşen bu anlatı; yazının ne olduğu kadar, insanın kim olduğu sorusuna da cevap arıyor. Erol Hızarcı’nın sade ama derin...

İzmir’de Son Gemi
Savaşın, üstüne gölge düşüremediği kardeşliğin ve aşkın romanı İzmir’de Son Gemi, resmi tarihin dışından seslenen ve tarih bilincine yaslanan bir roman. Suyun iki yakasındaki halkların, egemenlerin kurduğu tuzaklardan arındığında, kardeşçe ve içtenlikle nasıl kucaklaşabileceklerini, aynı kederde ve sevinçte bir bütün olabileceklerini son derece yalın ve lirik bir dille anlatıyor. İzmir’de Son Gemi’nin serüveni her şeye karşın hâlâ suyun iki yanında da sürmekte...

Açlık
Bir yandan yazar olma aşkıyla yanıp tutuşurken, öbür yandan açlık ve sefaletle boğuşan bir adamın duygulandırıcı öyküsü. Dünya edebiyatının en kıymetli isimlerinden Norveçli yazar Knut Hamsun’un bu romanında, kendini keşfetme yolunda ilerleyen genç bir adamın verdiği mücadelelere tanık oluyoruz. Varoluşsal savaşlar, içsel çelişkiler, yaratıcı ifade arzusu, hırs ve gurur, kitabın derinden ele aldığı konulardan yalnızca birkaçı. "İçime sığdıramadığım öfkem tetiklemişti bu yorgunluk nöbetini." "Batıyor, yalnızca batıyordum; belim, omuzlarım, dizlerim, her tarafımla beraber, kendi rezilliğimin içine doğru, bir daha yükselmemek üzere batıyordum." Açlık, bizleri insan psikolojisinin en derinlerine taşıyor...

Animal Farm
"All animals are created equal, but some animals are more equal than others." Overworking, mistreated and exploited animals start a revolution. They take control of the Manor’s farm with their motivating slogans. The farm animals request progress, justice, and equality. The struggle is real, the animals aim to achieve a completely democratic society based on the belief that "All Animals are Created Equal". Ironically, sooner than expected, the totalitarian rule is once again reestablished due to some animals’ mere nature. The book reflects events going back to the 1917 Russian Revolution and the Stalinist era of the Soviet Union. Since its publication, the work is named one of the greatest books of the 20th century, if not of all times. George Orwell’s classic satire perfectly illustrates ...

Kayıp Kalp
Hayat, size bir şey anlatmak isterse belirli işaretler gönderir. Azra, hayatında kendini sıkışmış hisseden, ruhunun kanatları kırık ama neşeli genç bir kadındır. Lucas ise bağlanmayı sevmeyen, sahnelerde boy gösteren bir çellist ve işini tutkuyla icra eden bir mimardır. İkilinin yolları, havalimanında kaybolan bir valiz sebebiyle kesişir. Azra’nın satın aldığı valizin içinden çıkan gizemli notun sahibi, Lucas’ın yıllardır görmediği babasıdır. Azra, Lucas’ı bulmak için Paris’e gitmeye karar verir ve bu karar, hayatının dönüm noktası olur. İstanbul’dan başlayarak Paris’e uzanan bu yolculuk, sadece coğrafi değil, aynı zamanda duygusal bir keşif serüveni... Aile bağları sorgulanacak, vazgeçişler yaşanacak, ayrılığın derinlikleri keşfedilecek ve hayatın sunduğu seçimlerin zorluğuyla yüzleşilece...

Bana Mutluluktan Bahset
"Bir gün yanında olmamı istediğin ama bunun imkânsız olduğu bir zaman gelirse gözlerini sıkıca kapat ve elini yüreğine götür. Ben senin gözkapaklarının ardındaki karanlıkta, kalbinin çarpıntısında olacağım. Ne zaman bir vapura binsen saçlarının arasından geçen rüzgâr değil, parmaklarım olacak. Okuduğun kitabın bir satırında ya da dinlediğin bir şarkının müziğinde nefes almaya devam edeceğim. Yağmurlu bir günde omzunu öpen yağmur damlası olabilirim. Belki de koklamak için uzandığın bir çiçeğin yaprağından havalanan kelebek olacağım. Sen ne kadar hissetmek istersen ben o kadar var olmaya devam edeceğim... Yüreğinin perdelerini hiçbir zaman kapalı tutma. Aydınlığın içeri girmesine izin ver. Gülmek sana yakışıyor, yüzünü asma... Büyük zorluklara göğüs germiş insanların hakkıdır mutluluk. Anlat...

Sihirli Şeker Dükkanı
YENİAY VE DOLUNAYDA KAPALIYIZ. Tapınağın arkasında bir anda ortaya çıkan Alacakaranlık Çarşısı, bu dünya ile öteki dünya arasındaki boşlukta var olan gizemli bir mekândır. Burası, insanların dertleri ve kaygıları nedeniyle varlıkları dengesizleştiğinde onları içine çeker. Çarşının içinde, insanları karşılayan tek yer ise “Sihirli Şeker Dükkânı”dır. Dükkânın sahibi olan Kogetsu, tuhaf güçlere sahip şekerler satar ve her şekerin ardında yatan anlamı keşfetmelerini sağlar. Bu şekerleri satın alan müşterilerin hayatları yavaş yavaş değişir. Bu öyküler, okuyanlara acı ve tatlı bir yolculuk sunarken, insan ruhunun derinliklerinde saklı kalan duyguları okşuyor. Gönlünüze dokunacak bu hikayelerde, kendinizden bir parça bulacak ve Kogetsu’nun dünyasına adım atarken gerçek ile hayalin iç içe geçtiği...

Japon Masalları
Barışçıl Budizm kök salmadan "çok, çok uzun zaman önce" Japonya’da dini inanışlar, insanı tanrısallığın bir parçası yapıyor ve kişi kendi kutsallığını uçlarda dolaşarak, sınırlarını zorlayarak masal gibi yaşamayı başarabiliyordu. Japonya’da bugün bile, nezaketle ve sevimli çekingenlikle süslenen şey, tanrı ataların soyundan gelmiş olmanın gizli ya da açık gururu. Şans, hile, cüce cinler ve tılsımlı mücevherler, canavarlar ve kahramanlar, denizin dibindeki krallıklar, Güneş’e ve Ay’a uzanan sütunlar… Japon Masalları, geçmiş ortak yaşayıştan bugüne kalan efsaneler değil de, hâlâ masalsı ve kısmen de ayrıksı bir hayatı yaşamaya eğilimli Japonların geçmişine birer referans metin niteliğinde.

Yalnızlığımdan Sev Beni
Milyarlarca insanın yaşadığı bu dünyada birbirini tanımayan iki insanın iki şekilde karşılaşması mümkündür sevgilim: Tesadüf... Tevafuk... Hayatımın en berbat, hayatımın en içinden çıkılmaz, hayatımda birine en çok ihtiyacım olduğu bir zamanda karşıma çıkman tesadüf olamaz. Sen benim bütün samimiyetimin, bütün iyi niyetimin, bütün iyi dualarımın karşılığı olarak gönderildin bana. Önce Allah istedi seni tanımamı, sonra karşılaşmamız için bütün doğa işbirliği yaptı. Ve sonra sen çıktın karşıma... Ben seni Elif seçtim... Çünkü ben tesadüflere inanmam ve seni rasgele tanımış olmam muhtemel bile değil. Sevmem için Yaradan’ın bana verdiği muazzam bir armağansın sen. Ve bana O’ndan geldin... Bense Vav’ım, biraz doğrulsam sana benzeyeceğim. Ben seninle doğdum sevgilim... Bütün kasvetimden, bütün h...

Aynalı Tılsımlar Dükkanı
Tılsım; bir mucizeyi harekete geçirmektir. Kadere yeni bir akış kazandırmaktır. Şifayı başlatmaktır. Gerisi tamamen sana kalmış... Peki, nasıl yapılır tılsım? Binlerce ritüeli vardır... Belki binlercesi daha vardır bilinmeyen... Lakin bunların hiçbir önemi yok... İyi bir tılsım gücünü ritüellerinden almaz... Ritüel sadece rotadır. Mucizeyi başlatacak olan tılsımı yapabilmek için üç şeye ihtiyaç vardır. Niyet, inanç ve eylem... Bütün bunları etkili bir şekilde bir araya getirebilmek elbette sanatkârca bir incelik, bilgi ve deneyim gerektirir. Aynalı Tılsımlar Dükkânı, sokakta karşılaşmaları bile neredeyse imkânsız gibi görünen birbirine hiç benzemeyen beş kişiyi, Balat’ta bir mum dükkânında bir araya getiriyor. Her biri kişisel tarihinde görünmeyen gizli yaralar almış bu beş karakter, yaşam...

Metal Fırtına 7
İsimsiz kahraman olmayı tercih edenlerin isimleri bilinmez… Onların mücadelesi şöhret için değil, devlet ve millet içindir. Nihayet, dönüm noktasına gelindi. Küresel güçler şah çekiyor ve biri mat olacak. Kahramanlar, gerçekten var mı? İsimsiz kahramanlar neden isimsiz? Uyanış nasıl gerçekleşir? Kapana kısılmadan uyanmak mümkün mü? Vatan haini kahraman, kahraman vatan haini sanılabilir mi? Kaos, sıradan bir insanı neye dönüştürür?

Uçan Tabut
“Sessiz ol. Çok sessiz. Dikkatle kendi içine bak. Kendi kendini aşağı çekmekten, engellemekten, yormaktan beslendiğini göreceksin. Şaşıracaksın. Şaşır. Bu iyidir.” New York’tan yurda getirilen bir cenazenin ekseninde gelişen olaylarda, bir diğerinin hayatını bilmeden bir meteor çarpmışçasına etkileyen bir dizi insanın hikâyesi Uçan Tabut. Birbirine dokundukça uyanan, uyandıkça birbirine dokunan insanların hikâyesi.

En Güzel Dünlerim
Sevda hem teslim olmak hem de teslim almaktır... Ne teslim aldığını inciteceksin ne de incineceğin ele teslim olacaksın. Çünkü gerçek sevgilerin iyileştirmek gibi bir meziyeti var. Bir taşı bile kalpten seversen filiz verir, en verimli toprakları bile nefret çöle çevirir. Bu yüzden o muhteşem duygular doğru insanlara verilmeli arkadaşım. Yeri geliyor sevgi bile israf ediliyor. En güzel zamanların bir şeylerin yokluğuna alışmaya çalışmakla geçiveriyor. Mutluluktan zamanın durmasını istemen gerekirken her şeyin son bulması için zamanın hızlıca geçmesini diliyorsun. Birbirine iyi gelmeyen insanlar birbirine eziyet olur. Bu yüzden yüreğine deva olana ömrünü feda etmeli insan. Çünkü ehlinin eline geçmeyen her şey düşmanın eline geçmiş gibidir. Ya talan edilir ya da ziyan...

Beş Ses Bir Sır
Gerçek, yalnızca bir bakış açısıyla sınırlı değildir. Aşk, sadakat ve rastlantılar... Kader, insana tesadüflerle yön çizer. Ne kadar çabalarsan çabala, onun en büyük kozu rastlantılardır. Seni beklenmedik bir yola sürükler, elini kolunu bağlar. Sen en iyisi teslim ol! Her olayın birçok yüzü vardır; gördüğümüz, hissettiğimiz ve başkalarının gözünde bambaşka bir şekle bürünen. Peki, aynı olayı farklı gözlerden gördüğümüzde, gerçek hangisi olurdu? İnsan ruhunun derinliklerine inen bu çarpıcı roman, hayata dair büyük bir sırra ışık tutuyor: Kontrolümüz dışında şekillenen dünyalar. Psikiyatr ve Psikoterapist Aslı Aktümen, Beş Ses Bir Sır ile kaderin, aşkın ve insan ruhunun açmazlarını ustalıkla ele alıyor. Bu roman, aile bağlarının, anne baba olmanın, tesadüflerin ve insan psikolojisinin bilinm...

Dünyanın Kaderine Atılan Zar
HERKES ZAR ATABİLİR AMA SÖZ KONUSU İKİ SÜPER GÜCÜN BAŞKANIYSA BU TÜM DÜNYAYI ETKİLER. Tarihteki birçok savaş, akıl almaz sebeplerle ya da sebepsiz yere başlamıştır. Büyük liderlerin barış vaatleri, sevgi nidaları, kahramanlık gösterileri çoğu zaman kişisel hırslar yüzünden yerini büyük çatışmalara bırakmıştır. Sıradan olayların yol açtığı bu yıkımlar, genellikle trajedilerin de gerçek kaynağı olmuştur. Yazar Erdal Demirkıran, basit nedenlerle çıkan zor savaşları geçmişten örnekler vererek anlatıyor. Savaşın yıkıcı etkilerinden ve milyonlarca insanın hayatını altüst eden benmerkezci kararlardan bahsediyor. Bu yıkıcı mücadelelerin esasen siyasi güçlerin ve liderlerin kirli birer oyunu olduğunu vurguluyor. Başrolde bu kez bir nanoteknoloji firması ve bir sanayi devi var. Trajediyi, hırsları v...

Yıldızlar Dökülür Gecelerimden
ŞÜPHESİZ HER DUYGU YAZILMAYA DEĞER AMA BAZILARI YAZILMAZSA OLMAZ... * Hayatı anlamlandıran, yaşanmış ve yaşanmamış duygulardan başka ne ki? Yazmaya gönül verenler onları hikâyelerin içine koyacaktı elbette. Edebiyatın gizemli dehlizlerinde başka türlü nasıl yürünebilirdi? Bu sesleri duymak gerekiyor. Mario Levi Bu kitaptaki öykücüler, kolayca "tanımlanamayan, anlatılamayan" duygulara dokunuyor. Sevgi, şefkat, öfke, kaygı, acıma, büyülenme ve benzerleri gibi derin ve kimi zaman adını koymakta zorlandığımız anlara başarılı öyküleriyle eğiliyor. İnci Aral Okuduğumuz her yeni duygu, dönüşüm yolculuğumuzda bir rehber... Hasan Gümen Adı konmamış duyguların peşinden giden yazarlarımızın öyküleri, okurların kendi duygularını keşfetme yolculuklarına bir kapı açıyor. Uğur Batı Kendimizi eşeleyip dur...

Çözülme
"EN KUSURSUZ CİNAYET ÇARESİZ BİRİNE SIRT ÇEVİRMEKLE İŞLENİR." Halktan gelen tüm itirazlara rağmen ülkenin en güzel arazileri dünyanın en hızlı büyüyen şirketlerinden biri olan KRAYONİK’e satılmıştı. Ne kendisini ağaçlara zincirleyen aktivistler ne de ruhunu henüz şeytana satmamış siyasetçiler 10 futbol sahası büyüklüğünde dünyanın en büyük yeraltı deposunun kurulmasını engelleyebildi. Yerin üstünde, İstanbul’un en büyük gökdelenine sahip olan KRAYONİK, artık yerin altına da hâkim olmak istiyordu. KRAYONİK, zamanı durdurup kendini geleceğe aktarmak isteyen "zengin züppelerin" hayallerini gerçekleştirme aracı olduğu kadar, dermansız hastalıklarla boğuşan insanların da son sığınağıydı. En azından parası yetenlerin... Fakat umudu zamanın sırtına yükleyenler, yıllar sonra hiç bek...