Adın Ayrılık Olsun
Sen söyle,Sedası kulağımda, edası nazarımda, Göçmen kuşlar gibi çırpınan kadın, Dağlanmış yüreğimi mısralar soğutmazken, Yelkovanın boyuna akrepler soyunmuşken, Seni seven bu yürek seninle yorulmuşken, Hangi terazi tartar sana olan sevgimi, Hangi bakış götürür şu aklımı başımdan, Çiçek açma çağımda dallarımı kırmışken, Şiir yazan ellerim ellerine hasretken, Hiç mi için sızlamaz,Kayalardan tuz çalıp şu yarama basarken...Severken ayrılmayı kimde gördün sen, Severken terk etmeyi oyun sandın sen...
Abdullah Dayı
O, Türkiye’nin gerçek "Tatar Ramazan"ıydı... ‘Baba’ değil ‘Dayı’ydı... Kendini katil olarak değil, Allah’ın kılıcı olarak görür, cinayetlerini öyle işlerdi... O, Antep Canavarı Abdullah Dayı’ydı... İlk cinayetini 12 yaşındayken işledi. Dayısını öldüren iki kiralık katili baltayla parçaladı. İkisi baltayla, sekizi bıçak ve falçatayla, geri kalanları ise ateşli silahlarla olmak üzere 43 cinayet işledi. 250’nin üzerinde insanı yaraladı. Cezaevlerinde üç kez büyük koğuş baskını düzenledi. En büyük koğuş baskınında 59 yaralı, 1 ölü çıktı, kendisi sıyrık bile almadı. 4 kez idam yedi, 740 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Türkiye’nin 38 ayrı cezaevinde, 48 yıl net hapis yattı. Cezaevlerinde hem çok hasımı oldu, hem de büyük saygı gördü. Ona "Antep Canavarı" da diyen oldu, "Abdullah Dayı" diyen de.....
36 Baharı
Batmakta olan sonbahar güneşinin aydınlattığı ağaçlar, dar sokaklar ve renk renk evler, hepsi bana çok güzel göründü... Eğer yaşadığımız günlere değer kazandıran, anlam katan bir ülkümüz varsa, ona ulaşmak için yürüdüğümüz yollar, hatta zahmetli yürüyüşler bile bize bir mutluluk sunarlar. Bu kitap 1936 yılında yaşanmış büyük bir aşkın ve o coşkunun romanıdır. Tüm yurtta umut yüklü, ılık bahar rüzgârları esiyordu. Çalışkan, yurtsever aydınlar, umutlar gerçek olsun diye uğraşıyorlardı.
1243 Kayseri
Moğollardan kaçarak Tanrı Dağları’nın eteklerinden yola çıkan Kam Böybörü, gün batısına gitmek isterken Selçuklunun eski başkenti Kayseri’de yolun sonuna gelir. Ahi Evren’in evlatlığı, güzeller güzeli Tomris, onun için son durak, kaçışın son noktasıdır. Kendisi Göktanrı inancındadır, Tomris Müslüman. Kendisi saygı gören bir Kam, Tomris Ahilerle Bacıların gözdesi. Üstelik kadın ile erkek eşit, yan yanadır. Mafyanın elinden kaçarak İstanbul’dan yola çıkan yatırım danışmanı Diyar, kaybolmak isterken kendini Kayseri’de bulur. Dershane hocası sevgilisi Güler de peşinde. Kayseri’de iki öykü, iki aşk, iki ayrı Yüzyıl... 13. Yüzyıldan 21. Yüzyıla gelindiğinde Argiyos Erciyes’e dönüşmüş, surlar içindeki Kayseri büyük metropol haline gelmiştir. Aşk da ilişkiler de değişmiş ama bir soru baki kalmıştı...
Elveda İzmir
"1900'lerin başında,Batı emperyalizmin öncülerinin gözünü diktiği doğunun en önemli liman kenti İzmir'de, Bornova'nın (Burnova-Bournabat) ilk belediye reislerinden Rüştü Bey'in yakışıklı tiyatrocu oğlu Nail ve İngiliz kökenli varlıklı bir Levanten aileye mensup Meri arasında yaşanan büyük gizli aşk..."Göğsünü açtığı her sevdalısıhaline ağlarken,sessizce gülen.efeler gibi dövüşürkençılgıncasına seven.hatıraları koynunda saklıkadim şehir.kıymetini bileni,sinesine.bilmeyeni,yakamozlu körfezine gömenüzümü gibi kadını güzel şehir.güller sokağındakokudan sarhoş, volta atanınaklına gelir mi gülün dikeni?cefası gibi sefası güzel şehir.
Lambousa Krallığı
Işıldayan Krallık, Lambousa Krallığı’nın kentsel öyküsü aynı zamanda halkın yükseliş ve çöküşündekiİç ve dış etkenleri de görmemize yardımcı olmaktadır.Bir dönemi, ünüyle aydınlatan Lambousa Krallığı, bölgenin devam eden tarihine rağmen, hâlâ bir simgesi durumundadır.Antropolojik olarak baktığımızda halkın, yaşanmakta olan döneme rağmen, kültürlü ve üretken olmak yanında, liderliklerin hırsları dışında bir sorunlarının olmadığı da görülmektedir.Ne tesadüftür ki,Liderlik hırsları Kıbrıs Adası’nın tüm tarihlerdeki kaderidir.
Bil İstedim
“Hayatın her insana bahşettiği yetenekler vardır. Şanslı olanlar bunu keşfedip, hayatlarına buna göre yön verirler. Ali Türkmen’in kalemi size edebiyat dünyamızın bir hediyesi. Bu meşakkatli yolda sana başarılar dilerim sevgili kardeşim...”- Babacan Pesenkurdu“Sağlam bir kalemin yaşı olmaz ancak yüreği olur. Yüreği kadar sağlam kalemi olan sevgili kardeşim Ali Türkmen, çıktığın bu yolda başarı sana eşlik etsin. Yolun açık olsun.”- Cezmi Ersöz“Pek çoğumuz yazabilmeyi bir yetenek zannederiz. Yazamayan için öyledir de, oysa bir de yazana sorun. Yazmadan durabilseydi yazmaya üşenmez miydi? Utanmaz mıydı herkesin içinde yarasını açık etmeye? Ali ne zamandır hem yazıyor hem de yazdıklarını seslendiriyor. Ayrıca da bunu öyle Kafdağı’nın ardından yapmıyor.İçimizden biri Ali, aşkın ve yazının pes e...
İçindeki Bana Dokun
Aslolan yola çıkmaktır. Arkanda gölgen kan ter içinde kalıyorsa sana yetişmek için, sen yolunu çoktan bulmuşsun demektir. Ertelemek, erken ölümdür biraz da. Ya akıntının yönünü değiştireceksin ya da akıntıya kapılacaksın. Bir şey yapmalısın, bir şey, tam da şimdi, şu anda, adı ne olursa...
Duvar
Mezar taşları gibi yükselen binaların arasında hapsedilmiş ve geçmişinin gölgesinde kaybolmuş yabancı, bir gün eroin bağımlısı bir kızla tanışır ve birbirlerinin özgürlüklerini sorgularken soluğu direnişte alırlar. Yabancı, evini –sıcak ve rahat hapishanesini– direnişçilere açar, ancak ilerleyen günlerde bir polisi yaralayarak şiddetin çıkmaz döngüsünde esir düşer. Geriye hesaplaşması gereken sevdikleri kalır. Ve tırnaklarıyla teker teker kazmaya başlar mezarlarını. Hâlâ hayatta, ancak can çekişmekte olan ağabeyini de gördükten sonra…Aytuğ Akdoğan’ın ağırlıklı olarak bilinç akışıyla kaleme aldığı ve noktalama işaretlerini gönlünce değiştirip kendi şiirsel diliyle birleştirdiği bu psikolojik romanında, her bir parça, olaylar geliştikçe bütündeki yerini bularak anlamlarını kuvvetlendiriyor. ...
Herşeyin Bittiği Yerden
Yapımcı ve Organizatör Sami Dündar, 16 Ağustos 1999’da “Gölcük Donanma Komutanlığı Devir Teslim Töreni” organizasyonunu tamamladıktan sonra, konakladığı Orduevi, gece 03.02 sırasında fay hattının içine gömülünce “27 saat göçük altında kalarak can çekişti”!Göçükten çıkarıldığında ise “öldü sanılıp ceset torbasına konuldu”. Kaldırıldığı hastanede gömülme sırası beklerken tesadüfen yaşadığı anlaşılınca, ailesi ve dostlarının yardımıyla İstanbul’a getirildi.Uzun süren yoğun bakım döneminde bile direnmekten vazgeçmedi ve “iki kez daha ölümü yendi”.Sami Dündar “yaşama hakkı”nı kullanmakta kararlıydı. Amansız acılar içindeydi. Böbrekleri iflas etmiş, belden aşağısı neredeyse kullanılamaz durumdaydı. Ölüm kaçınılmaz görünüyordu. Hayatta kalması çok az bir ihtimal de olsa artık yürüyemeyecekti... H...
Çi
Hayat, insanın kendi potansiyeline ulaşabilmesi için dikkatle, incelikle, muhteşem bir zekâyla dizayn edilmiştir. Yapman gerekeni yapamıyorsan, olamıyorsan, doğamıyorsan hayat çok acıtır, anlaman için hırpalar, yorar. Seni sen yapabilmek için ne gerekirse yapmaya hazırdır.Asla rahat bırakılmazsın.Öylesine, anlamsız varolmazsın.Mutluluğa saklanamazsın.Öyleyse acına sahip çıkmalısın!Çünkü acı, bilginin bedene inmesidir.Bilgiyi bedene indirmeli, olman gereken şeye dönüşmelisin.Bu kitap ‘kendine gelmek’ için burada olduğunun farkına varabilenlere yazıldı. Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur bu ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur.Hayatı değil sistemi yaşadığımızı fark edenler, harakete ge...
Bir Tutam Aşk
Gelme artık hiç kurusu!Yollarının bittiği yer, benim çoktan defolup gittiğim yer çünkü…Evet, evet en iyisi bu ve …ben çok daha iyilerine layığım.Hı hı aklın bende kalır ve muhakkak, kendime çok iyi bakarım; yoo üzülecek falan değilim, ah tabii ki biliyorum kim böyle olsun ister ki?Oldu o zaman, hadi severek ayrıldık diyelim, öyle olsun. Çok öpüyorum geçmişimizin en can alıcı yerlerinden.
Mihr
Arada yaşam, hiç gidemeyeceğini bilerek hep gitmektir...Eylem Tok’tan günlerce etkisinde kalacağınız sarsıcı bir roman. Şiddet, kin, umut, umutsuzluk, aşk, arzu, tatminsizlik, çaresizlik ve yeniden umut... Duyguların okuyucuya aracısız geçtiği "sahici bir dışavurum".Eylem Tok’un romanı Mihr edebiyatımıza yepyeni bir soluk getirecek, bıçak gibi keskin, yakıcı bir metin. Yakın çevresindeki iki erkeğin örselediği bir "erken" kadının öyküsünü anlatan roman, "namus" üzerine kurgulanmış kusursuz bir öç planı aynı zamanda...Mihr’de kadınlığın coğrafyasına, bedenin sınırlarına cesur bir yolculuğa çıkarıyor okurları Eylem Tok. Âdem ve Havvadan bu yana iki cinsi ayıran ve birleştiren aşkı da, arzuyu da daha önce hiç denenmemiş bir kurguda anlatıyor.Mihr, cinsel istismarın travmalarını tüm şiddetiyle...
Yalnızlık Sek İçilir
Küskün değilim sana, kızgınlığım da geçti, ama kırgınlığım geçer mi bilmiyorum.Biz yalancı baharlara inanıp açan iki çiçeğiz, papatya mevsimine aldanıp, fallara kanmışız o kadar. Ne kadar kuru ayaz varsa hepsine dayanmış, hafif bir sonbahar rüzgârıyla solmuşuz.Şimdi faydası olmayan teselliler aldım yüreğime, bir adım sonra nereye gideceğim, onu bile bilmiyorum.Bildiğim tek şey, kelimelere dökemediğim duyguların efendisi olduğun.“Aşkı tanıdım, yaşadım ve yanıldım... Sen de oradaydın”
Allah'ın Piyonları
"Işığım yok benim ve pencerem, duvarlarımı yıktım, özgür bir ölüye dönmeden"Bir piyon devleti uğruna neleri feda eder? Peki ya bir gazeteci, özel haber için neleri göze alır? Eylem Tok, toplumsal gerçekçi yeni romanıyla karşımızda. İnsanın hissettiği acıları okura aracısız aktarmadaki ustalığıyla tanınan Tok bu kez kalemiyle, unutulmuş semtlerin üstü çizilmiş gençlerini konuşturuyor. Hırpalanmış, hor görülmüş, kökünden koparılmış insanların “yırtmak” için neler yapabileceğini gözler önüne seriyor. Gündemin sürekli değiştiği ve dudak uçuklatan türden haberleri dahi kanıksar hale gelen Türkiye, yine benzeri ancak filmlerde gerçekleşebilecek bir kurguyla koltuklarına kilitlenecek. Yoksunluğun ve değersizliğin kol gezdiği İstanbul’un “en tehlikeli” mahallesi... Suç, şiddet ve uyuşturucu girdab...