
Ay Işığında İstanbul
Güzeller güzeli Türk kızı Ventura, ailesinin uygun gördüğü bir evliliği yapmak üzere Meksika’ya doğru yola çıkar. Giderken de yanına sadece eşyalarını değil, bilinmezliğe kırdığı dümenin sebep olacağı yanılsamaları da alır. Doğduğu topraklardan çok uzakta yeni bir hayata başlamaya hazırlanırken, yolculuğu sırasında umulmadık bir sürprizle karşılaşır. İstanbul’u özlemeye devam ettikçe, bu duygusuyla baş edebilmek için ilginç bir şifa kaynağı keşfeder... Mexico City doğumlu Sophie Goldberg’in ilk romanı Ay Işığında İstanbul Türk ve Sefarad yemeklerinin tarifiyle birlikte kültürünü de incelikle işleyen eşsiz bir kurgu roman...

Rüyalar Aşk ve Hüzün
"Hüsniye" olan ismini beğenmeyip değiştirmek istediğini babasına söylediğinde yıl 1899’du ve o sadece on yaşındaydı. Yeni ismi "Ümran" olmalıydı. Bu ismi çok beğeniyordu. Düşünmüş, kararını vermiş ve uygulamıştı. Bu onun mücadeleci ruhunun ilk zaferiydi. Rüyasında gördüğü ve âşık olduğu adamla gerçek hayatta karşılaşıp kısa süre içinde evlendiğinde hayatın getireceği sürprizlerden habersizdi. Genç bir kadınken yetişkinlerin dünyasının hoyratlığı ve acımasızlığıyla tanışmıştı. Kendi ifadesiyle tek cephede savaşırken, hiç ummadığı birinden, ismini hece hece yüreğine yazdığı sevdiği adamdan en büyük darbeyi yemişti. O dönemde ortam huzursuzdu. İmparatorluğun en zor dönemi yaşanıyordu. Memleketin neredeyse her köşesinde isyanlar çıkmış, ülke yangın yerine dönmüştü. Bütün bunlara rağmen dik dur...

Arkadaşlığımız Sonsuza Kadar Sürecek
Kiraz, Uzay ve Volkan... Hem çok yakın arkadaşlar hem de iyi birer işbirlikçi…Kimin başına ne gelirse diğerinin muhakkak haberi oluyor çünkü birlikte büyüyorlar, aileleri her zaman hep bir arada. İşler bazen ters gidebiliyor evde, eşler arasında ilişkiler zora girebiliyor, hatta evlilikler sonlanabiliyor bile. Elbette bütün bu olan bitenler çocukları fazlasıyla etkiliyor. Kiraz, Uzay ve Volkan henüz çok küçükler. Hatta bebekler ama aralarındaki o muazzam iletişim gücü, parlak zekâları ve kimsenin farkında olmadığı cesaretleri sayesinde hayatlarındaki yetişkinlerin kaderleri yeniden yazılıyo ‘‘Ama o daha bebek!’’ demeden once bir kez daha düşünmek zorunda kalac

Gökyüzüne Not
Ne balığın yeri akvaryum ne kuşun yeri kafes... Herkesin bir vatanı var benimki sensin... Küçük bir mucize istiyorum. Senin yanımda olduğun ve benim sadece sana ait olduğum bir mucize. İkimiz için yazılmış ama ikimizin de okumadığı bir kitap, bize birbirimizi anlatan ama dinlemeye korktuğumuz bir şarkı ve hiç bakmadığımız ama içinde sadece ikimizin olduğu bir fotoğraf olsun istiyorum. Senin hikâyende kendime bir yer arıyorum. Belki de ikimiz için yeni bir hikâye yazmak istiyorum. Mutlu olsam da olmasam da bu benim hikâyem demek istiyorum. Bu dünyada tek bir hayat yaşayacaksak eğer ve sonunda biten bizim hikâyemiz olacaksa yaşadığımız hikâye de bize ait olmalı... Bir sokak arasında tuttun ellerimi, ki ben buna bile hazır değildim. Gözlerin gözlerimdeydi. "Ömrümü vereceğim kadın sen misin?" ...

Ona Ne Oldu?
Tehlikelerle, kuşkularla ve sırlarla dolu, tekinsiz bir aşk hikâyesi... Amerikan ulusal kitap ödüllerinden "National Book Award" finalisti, "Washington Devlet Kitap Ödülü" ve "PNBA En İyi Kitap Ödülü" sahibi yazar Deb Caletti’nin her sayfasında okuru yeni bir tahmine sürüklediği gerilim yüklü romanı Ona Ne Oldu bir kurgu şaheseri olarak dünyada referans gösteriliyor. Isabelle Austen, annesinin ölümünden sonra mirasını devralmak için Pasifik’te doğup büyüdüğü küçük adaya geri döner. Ancak bu dönüş aynı zamanda sevmesi hayli zor bir kadın olan annesinin duygusal mirasına da geri dönmesidir. Yeni boşanan Isabelle, burada kendini oldukça boşlukta hissederken adaya esrarengiz bir adam gelir: Henry North... Isabelle’in hayatı böylece ebediyen değişir. Bu ateşli ve gergin ilişki birtakım tehlikel...

Keine Begegnung İn Unserem Leben İst Ein Zufall
Das Schicksal, es lässt von niemandem ab. Es wird jeden Augenblick neu geschrieben. Manchmal geschehen solche Dinge, dass du Sachen tust, die du dir niemals hättest vorstellen können. Dass du Dinge erträgst, die du dir niemals hättest ausmalen können. Dass du liebst, was du niemals gedacht hättest lieben zu können. Dass du einfach gehst, obwohl du dir das niemals hättest denken können. Und, dass du sagst, dass du gestorben bist, aber trotzdem lebst. * * * Ein Sufi, der sich selbst finden will und ein junges Mädchen, das versucht, den Lebenssinn zu finden, begeben sich auf einen langen Weg, ohne zu wissen, was auf sie treffen könnte. Sie haben nichts, dem sie vertrauen können, außer ihrem Schicksal. Die jungen Zwei begeben sich auf eine siebentägige Reise, ohne auch nur Geld, eine Kreditkar...

Akdeniz
Balkanların usta kalemi Panaït Istrati’den yoksulluğa, aidiyetsizliğe, arkadaşlığa, çekip gitme özlemine, kayboluşa, geleceğe ve umuda dair nahif ama sarsıcı ve şiirsel bir roman... Akdeniz... Genç ve yoksul bir adam olan Adrien’ın bıkıp usandığı sefil hayatını terk ederek, refah içinde yeni bir hayat yaşama arzusuyla bir gemiye binip Akdeniz’e açılmasıyla başlar her şey. Romanya’da İbrail adlı bir liman kentinde annesiyle yaşayan Adrien Zograffi, bilinmezliklerle dolu bir yolculuğun bütün risklerini göze alarak Köstence’den İstanbul’a da uğrayarak İskenderiye’ye doğru hareket eder. Yolculuk sırasında Musa adında bir adamla tanışır ve kendini bu kez bambaşka bir yolculuğun ve tecrübeler silsilesinin içinde bulur.

Başka Bir Şey
Aklın gidiş biletini aldığı yerde kalp çoktan dönüş biletini ayırmıştır. Aslında her şey bir rüyayla başladı. Sahi rüyalara inanır mısınız? Ben inanmazdım. Ta ki aynı rüyayı birkaç kez görene kadar... Uyandığınız an ya da günün herhangi bir anında ne yaparsanız yapın rüyanızın tamamını hatırlayamayacaksınız. Her seferinde en fazla yarısı ya da küçük bir bölümü tamamlanmış bir hikâyeye bakar gibi bakacaksınız rüyalarınıza... Bir rüyanın peşinden koşmak kimilerine anlamsız gelebilir, bense bununla ilgilenmiyorum. Sadece kalbimin sesini dinlemek istiyorum çünkü kalbimi hafife almaktan, sezgiler

Beyaz Geceler
Hayalperestlik, yalnızlıkla baş etmenin bir yolu olabilir mi? Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından Dostoyevski’nin yirmi yedi yaşındayken kaleme kaldığı Beyaz Geceler gösterişten uzak, mütevazı ama bir o kadar da güçlü ve şiirsel bir uzun öykü... Hikâyenin isimsiz anlatıcısı, Petersburg’da yalnız yaşayan, kendi halinde bir hayalperesttir. Şehrin dört bir yanında dolaşır tek başına. O sokak senin bu sokak benim... Sonra bir gün yine kendi gibi yapayalnız bir kız çıkar karşısına. Nastenka... Güzel ama kederli bir kızdır Nastenka. Acıklı da bir hikâyesi vardır. Önce bu hayalperestin hikâyesini dinler, sonra onu bir daha bırakmayacağının sözünü vererek başlar kendi hikâyesini anlatmaya. Ancak hikâyeler ortaya döküldükçe filizlenen aşk duygusu, aslında üç kutuplu bir aşka dönüşür...

Katip Bartleby
"Yapmamayı tercih ederim." Bu cümle, 19. yüzyıl New York’unda Wall Street’te, bir hukuk bürosunda işe başlayan genç ve azimli Bartleby’nin hayat mottosudur. Bartleby her işini eksiksiz yapan sıra dışı bir kâtiptir. Ancak yaşananlar ve insanların ne düşündüğüne aldırmaksızın başlattığı pasif direniş bu cümleyle taçlanır. Bu kayıtsızlıkla nasıl başa çıkacağını düşünen patronu hikâye ilerledikçe onun tercihlerinin nedenlerini de anlayacaktır. Moby Dick’in yazarı Herman Melville tarafından kaleme alınmış absürd edebiyatın öncüsü ve aynı zamanda Amerikan edebiyatının kült eserlerinden biri olan bu uzun öykü Kafka’dan Camus’ye kadar pek çok yazara ilham vermiş, pek çok düşünürün okumalarına konu olmuştur. Kâtip Bartleby, yayımlandığı 1853 yılından beri bugün hâlâ toplum kuralları ve kapitalizmin...

İnsan Ne İle Yaşar
"Önceleri Tanrı’nın insanlara sadece yaşamaları için can verdiğini sanıyordum, artık bundan daha fazlasını biliyorum. Anladım ki o, insanların birbirlerinden ayrı yaşamasını istemiyor, bu yüzden de onlara her birinin tek tek neye ihtiyacı olduğunu aşikâr etmiyor. Bir arada yaşamalarını istediğinden hepsine kendilerinin ve diğerlerinin neye ihtiyacı olduğunu gösteriyor." Zengin ve soylu bir aileden gelen Lev Nikolayeviç Tolstoy’un hayatı hakikati aramakla geçti. Yaşadığı zenginlik dolu hayatı reddederek yoksul sınıfın arasına karışan Tolstoy, iyilik-kötülük, ölüm-yaşam, açgözlülük-tokgözlülük gibi kavramlara erdemli yanıtlar aradı, insanı sorguladı. James Joyce kitaba ismini veren "İnsan Ne ile Yaşar?" adlı öyküsü için "Edebiyat tarihinin en önemli öyküsü" der. Onu bu denli büyük yapan şey ...

Bana İkimizi Anlat
"Yaşanması mümkünken yaşanmayan her aşk gün gelir bizden bunun hesabını sorar." Adamlık, bir kadını bir ömür sevmekten geçer. Kadınlık da kendini bir ömür sevecek adamın değerini bilmektir. Kimin için yaratıldığını bilmiyorsun elbette ama bu hikâyenin başrolü sensin. Aşkı senin, acısı senin. Kimse içinde kopan fırtınaları anlamaz, anlamak zorunda da değil zaten. İnsanlar hep konuşur çünkü hayat senin, tasası onlarındır. Her şeye rağmen bilmediğim bir hikâyenin başrolünü oynuyorum. Sonu nereye gider belli değil, seveceğim kaç şarkı kaldı bilmiyorum. Herkes gibi, her şeyden habersiz yaşıyorum. Ne zaman karşıma çıkarsın, hangi şarkıda ilk dansımızı ederiz hiçbir fikrim yok. Ayrıntılara takılmaya gerek yok belki de... Hikâyeme katıldığın gün sarılır konuşuruz bunları.

İpek Sabahlık
Suat Derviş, hayata ağzında altın kaşıkla merhaba dedi. Son nefesini yoksulluk içinde verirken, üzerinde saraylı annesinin hediyesi ipek sabahlık örtülüydü. Ülkesi için en iyiyi isteyen aydınların gördüğü eziyetten nasibini fazlasıyla aldı. Bu yolda, doğurmak üzere olduğu oğlunu kaybetti. Onlarca kez sinemaya ve sahneye uyarlanan FOSFORLU CEVRİYE isimli romanında, "hayatının aşkı"nı betimledi. Bu eseriyle sadece kendi ülkesinde değil, pek çok ülkede de gönülleri fethetti. Nâzım Hikmet’in "başını eğemedim, gölgesini çiğnedim" diye şiirler yazdığı yıl, Suat Derviş sadece on altı yaşındaydı. Sonra biri güreşçi, biri romancı, öteki gazeteci olmak üzere üç koca eskitti. Almanya’da Suzet Doli ismiyle Almanların, F

Karanlık Oda
Kürtlük-Türklük, Alevilik-Sünnilik, Zenginlik-Fakirlik, Doğuculuk-Batıcılık, Dindarlık-Laiklik… Büyükada’daki bir evin karanlık odasında, soluk kırmızı ışığın altında, 61 yaşındaki gazeteci Osman Balcıgil ve ondan yedi yıl önce doğan 25 yaşındaki delikanlı Deniz Gezmiş, memleketin siyah beyaz klişelerine bakıyorlar. İşçiler, köylüler, öğrenciler, ekmek, toprak ve özgürlük… Osman Balcıgil, "bir ceza olarak idamdan" bahsettiği kitaplardan bağımsız bir ağabey, sembollüğünden haberdar olsa da bihaber kardeşi Deniz. Darağacına doğru yürüyen gencecik, pırıl pırıl insanlar ve onlar gittikten sonra olanlar küvetlere dolduruluyor; ama bu sohbet, dokunulmaz, mahrem, samimi bir iç döküş olarak satırlara düşüyor.

Ermiş
Uzun yıllardır yaşadığı kentten artık ayrılmaya karar veren bir ermişin yolunu kesen yöre halkı ondan kendilerine hayat hakkında son bir nasihat vermesini, faziletin yolunu göstermesini isterler. Halkın bu isteğini geri çevirmeyen bilge, onlara ahlak, erdem, dostluk, hakikat, aşk, sevgi, doğruluk kısaca insanı insan yapan değerler hakkında uzunca bir söylev verir. Dinleyenlerin içselleştirdikleri anda hayatlarını değiştirecek denli derinlikli bu konuşma şimdiye dek yazılı tarihin en etkileyici yapıtlarından biri olan, Halil Cibran’ın belki de en büyük şaheseri ERMİŞ olarak karşımıza çıkacaktır...

Ben Sabahattin Ali
Kürk Mantolu Madonna, İçimizdeki Şeytan ve Kuyucaklı Yusuf romanlarının yazarı Sabahattin Ali’nin casusluk hikâyelerini aratmayan yaşamöyküsünü Ben Sabahattin Ali adlı kitabında eşsiz bir roman kurgusu içinde kaleme alan Osman Balcıgil, Sabahattin Ali’yi bu kez gençler için yazdı. Ela Gözlü Pars Celile, Yeşil Mürekkep ve İpek Sabahlık gibi çok satan biyografi romanlarının usta yazarı Osman Balcıgil’in gençler için uyarladığı Ben Sabahattin Ali, Sabahattin Ali’nin öğrencilik yılları, Almanya’ya gidişi, siyasi görüşü, özel yaşamı, askerlik dönemi, hapishane süreci ve istihbarat ajanları tarafından izlendiği günleri tüm açıklığıyla ve lezzetli bir üslupla anlatıyor...